Kaybettiğimiz şeyler ve parçalanışı zihnimizin...
Darmadağın olup silinişi iyiye dair her şeyin.
Tadının damağında kalması gibi bir şey çocukluk.
Ve çocuk, güllerin gonca hali...
İnsan olan kıyamaz değil mi? Yumuk yumuk bir eli kim, nasıl bir duyguyla bırakabilir ki? Üstelik o el tüm gücüyle tutunmaya çalışırken hayata...
Aklından çıkmıyor, yutkunamıyorsun, düşündükçe çıldıracak gibi oluyorsun. Ki çıldırasıya kaybedip de aklını, kendi etini tırmalamak gibi...
Acıya sağır, acıya lal...
Bu, ne tür bir sınır ihlali?
İnsanlık da nasipmiş insanlığa...
İnsanlıktan nasibini almayan yaratıkları görünce daha kuvvetli idrak ediyor insan.
Kaybettiğimiz şeyler ya da hunharca talan edilişi, sökülüp alınışı ellerimizden...
Bir bebeğin agu'su, bir genç kızın ayakları üzerinde duruşu, gecenin üçünde elleri cebinde dolaşabilmesi bir kadının...
Ve daha nicesi... ve her biri, birer inci tanesi...
Ve artık avuçlarımızı sımsıkı kapattıkça, ellerimizi avuçiçlerimize bastırdıkça, tırnaklarımızda biriken sadece kan izi...