Tanrı'nın intiharı

 

"Kendi kendimin Tanrı'sıyım," dedi içinden.

 

Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Yeni yağan yağmur, toprakla buluştuktan sonra kokusunu soğuk rüzgârla birlikte etrafa yayıyordu.
Caddede çöpleri karıştıran aç kedilerden başka kimse kalmamıştı.

 

Kendi benliği gibi altüst olmuş kaldırımlarda, sayısını kendinin de bilmediği ağzındaki sigarasıyla, "Kendi kendimin Tanrı’sıyım," diye mırıldanıyordu.

 

"Başkalarının kendilerine bile yabancılaştığı duygularına ihtiyacım yok benim. Taptığım putları kendi ellerimle tek tek kırıp attım," diye karaladı cebinden çıkardığı sararmış baba yadigârı defterine.

 

Bir zamanlar öfkesi o kadar büyüktü ki, tüm sevgileri onun içinde eritirdi. Oysa şimdi hiçbir şey hissetmeden yürüyordu kendisini sonsuzluğa götürecek kaldırımda.
Elleri ceketinin cebinde köşeyi döndü. Cebindekini sımsıkı tuttu. Boylu boyunca sıralanmış, çocukluğunun geçtiği eski gecekondular, ona yalvarırcasına 'yapma' der gibi bakıyordu.

 

Sessiz gecekonduları ağır adımlarla ardında bırakarak yıkılmaya yüz tutmuş iki katlı evinin önüne geldi. Alt kattaki komşusunun evini şiddetli yağan yağmur nedeniyle su basmıştı; komşu kadın hızlı hareketlerle çatlak kovaya suları doldurup doldurup sokağa boşaltıyordu. Geldiğini görmüş, fakat her zamanki gibi kasıtlı olarak yüzüne bakmamıştı. O vardı, evet ama sanki puslu anlar gibiydi. İnsanın görüş alanını bulanıklaştırıyor, sonra dağılıp gidiyordu.

 

O da aynısını yaptı ona; kadını görmezden gelerek kirli suların içinden geçti ve üst kata çıktı. Paçalarından akan su, evin halısını mahvediyor, kötü kokular yayılmasına neden oluyordu. Aldırış etmedi. Ceketini kırık, paslı portmantoya astı. Cebindekini her şeyi çıkarıp tahta masanın ucuna koydu.

 

Evin içinde sağa sola atılmış çöp yığınları, boş beyaz kâğıt tomarları ve yerlere saçılmış bir miktar para vardı. Koyu kırmızı duvarlardaki küf kokusu, insanın nefes almasını zorlaştırıyordu. Masanın bir diğer ucuna ilişti. Baba yadigârını açtı ve bir şeyler karalamak istedi:

"Kalbimin perdesi yavaşça aralandığında artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı. İnsanların çirkin yüzlerini, kalplerimizin ellerinde nasıl oyuncak edildiğini görmüştüm. İnsanlık müzesi olsaydı ruhumdan ve yüreğimden oraya bir parça bırakıp ne kadar yara aldığımı göstermek isterdim."

 

Sıkıntılı bir halde defteri kapattı ve usulca tahta masanın ucuna koyduğu şeylerden birini eline aldı. "Ben yıllar boyu kirli pencerelerde aydınlık günler aradım ve şimdi anlıyorum ki Tanrı'nın intihar vakti," dedi ve elindekini ateşledi.

 

Alt katta yağmur sularını boşaltan komşusunun iki büklüm olmuş beli birdenbire doğruldu. Gecenin bir yarısı açık olan bakkal dükkânının sahibi koşarak sokağa fırlayıp sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı. O sırada gecekondulardan uyku sersemi insanlar sokağa akıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışan boş bakışlar birbiriyle çarpışırken, yaşlı kadınların korkulu dudaklarından kıpırtılı dualar yükseliyordu.

 

Sabaha doğru mahalle halkı, masanın üstünde baba yadigârını kanlar içinde buldu.

 

 

 

 

 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • yakup üneş 28 Ekim 2024 11:58

    Kalbimin perdesi yavaşça aralandığında Yakup bu kısmını çok beğendi.