Babam, 1957 yılında doğumum üzerine Fikret Otyam'a yazdığı mektupta şunları yazıyordu:
"1957 Türkiye'sinin 'Pahalılığı' ile alay eder gibi, dördüncü çocuk babası olarak yeni güne giriyorum. Hayırlısı."
Bunu yazdığı zaman kırk üç yaşındaydı. Demek o zamandan bugüne tam altmış bir yıl geçmiş. Kendisiyle benim geçen sürem ise on üç yıl. Çocuk olarak en net hatırladığım 1966 yılında Sultanahmet Cezaevi'nde onu iki kere ziyarete gittiğimdi.
Çocukluk işte. İnsan babasından ne ister: Top, oyuncak, yeni giysiler ve bisiklet. İmkânsızlıklar içinde ben de sürekli bisiklet isteyip duruyordum. Babamın 9 Mart 1966 günü hapishaneden eve yazdığı mektupta beni de unutmuyordu: "Işık'çığım üzülmesin, çıkınca bisikletini mutlaka alacağım." Ama yüreğim babamın içeride olmasına dayanamıyordu ki, Fikret Ağabeyin o sırada babama yazdığı bir mektupta benim söylemimi de yazıyordu: "Işık, bisikletten vazgeçtiğini söylüyor. Babam yeter ki çabuk gelsin."
Nisan 1966 da tutuksuz yargılanmak üzere salıverildikten tam üç yıl sonra bana bisikleti alacaktı. Tıpkı evlatlarının isteklerini ekonomik sıkıntılar nedeniyle hemen yerine getiremeyen binlerce baba gibi. Bisikleti aldıktan sonra benim en büyük mutluluğum ise onu bisiklete bindirmemdi. Hiç unutmuyorum Basınköy'den Cağaloğlu'na gitmek üzere otobüs beklerken, ona asılmıştım:"Baba bisiklete binsene!" O büyük insan, sevgisiyle beni kırmamış ve hayretlere düşürerek, bisiklete binmiş ve sürmüştü. Babam bisikletin üzerindeydi. Şimdi düşünüyorum, koca Orhan Kemal o iki teker üzerinde giderken rüzgârlaşıyordu.
Hiçbir doğum gününü kutlayamamış olmamız benim için daima buruk bir duygudur. Zaten öyle bir kavramımız da yoktu. Babama vereceğimiz doğum günü hediyemiz de hiç yoktu. Ama o, yıllar içinde hem bize, hem tüm okurlara o muhteşem eserlerini hediye olarak bıraktı. Daha sonraki yıllarda benim ona araştırmalarım doğrultusunda hazırladığım kitapları doğum günü hediyesi olarak verdiğim çok oldu. Onu geleceğe taşımak, kutlayamadığımız doğum günlerini kutlamak amacıyla da Orhan Kemal Müzesi'ni aile olarak 2000 yılında hayata geçirdik. 15 Eylüllerde fazla kimse gelmese de, biliyorum ki milyonlarla beraber yürekten onun doğum gününü kutluyoruz.
Ülkenin vicdanını ve merhametini yüreğinde taşıyan Orhan Kemal'in ve gerçek sanatçıların bir gün layık oldukları değerin çok yukarılarında değer görecekleri günlerin geleceğini ve gelecek kuşakların bunları göreceklerinin ümidini hep taşıyorum. Tıpkı babamın Dünya Evi'nde yazdığı gibi:
"Mal, mülk, para... Kafa zenginliği olmadıktan sonra neye yarardı? Hiçbir zaman sadece mal, mülk düşünmemişti. Kitapları vardı. Kitaplarının dünyasına kendini kaptırmıştı. Onlar, o kitapları yazanlar gibi olabilmek istiyordu. Olamazmış, önemli değildi. Günün birinde olabilmek ümidini yaşatıyordu ya. Yetiyordu."
Halkının yazarı olmak bilinciyle hayatımıza çok şey katmış, önemli hayat derslerini ustaca topluma iletmiş, küçük adımlar atarak koskoca mesafeler almış böyle bir edebiyatçıya sahip olduğumuz için çok şanslıyız.
Çektiği ıstırabı ve acıyı hayatın coşkusuna ve umuduna dönüştüren, azaplı hayatının acısını harikulade güzelliğe dönüştürerek satırlara döken, zahmetsizce yüreklere dokunabilen ve tüm zamanların en sevilen sanatçısı olarak kalacak olduğuna inandığım Orhan Kemalin 104. yaşı kutlu olsun.