Sevgili Dost;
Sana hitaben yazılmış onca mektubun içinde, benim gurbetimden yola çıkmış mektubumla rastlaşacağını umarak yazıyorum bu satırları.
Kimbilir belki bir gün bir kelime ile bölüşmek istersin yalnızlığını. Sana misafir olur mektubum. Dilersen yoldaşın olur. Nelerden geçiyor yolun, nerelerde takılı kalıyor yolculuğun bilmiyorum ama belki sen de bir mektuba sığdırırsın manzaranı diye umarak sana açmak istediğim bir konudan bahsetmek istiyorum: Bugün Halil cibran'ın bir sözü takıldı gözüme: "Yüreğin sevgisi sedir ağacının dalları gibidir; ağaç bir dalını kaybederse acı çeker ama ölmez."
Hani büyük bir hayal kırıklığından sonra can çekişir gibi hissettiğimiz ama bir umut ışığının belirmesiyle tekrar hayata dönen o yanımız yokladı kendini bende. Sanki orada olduğunu unuttuğum bir vazoya çarpmışım da, çarptığım için düşüp kırılarak kendi varlığını göstermiş gibi bana. Ah Dostum! Ne kadar çok şey biriktirmişim bir bilsen. Düşüp kırılanların orada tutunacak yeri olmadığından düştüklerini gördüm. Emanet taşıyor gibi hamallık yapıyormuşum. Hiçbirinin varlığının toz tutmaktan öteye gitmemiş olduğunu görmek beni nasıl da hüznün kollarına bıraktı. Sonra umutlarım belirdi zihnimin derinliklerinde. Sence, umutlarımız da kırılan dalların yerinde yeşeren filizler değiller mi? Henüz yeşermeye yüz tutmuş olan filizlerin kırıklığının ince sızısı dolaştı kalbimde. Dayanamam dediğimiz şeyleri dayanılır kılan, nerden ve ne zaman çıkacağını bilemediğimiz sürprizler olabilir mi? Ne dersin? Biraz da bu ihtimalle beslenmiyor mu inancımız?
Senin de her daim canlanan yanından yeşerttiğin dalların var mı Dost? Yoksa sen de filizlerini koruyor musun kargaların gazabından? Aslında yalnız değilsin. Senin yalnızlık dediğin dünyada buluşan, ama birbirlerini göremeyecek kadar yüksek duvarları olan ne çok kişi var. Hiçbirimizin kapısı yok o duvarlarda, çünkü duvarı fark edenlerin açabileceği bir kapının olduğuna dair inancımız var. Ben de mektubumla kapı açmak istedim senin dünyana. Sen de, sana dokunan kelimelerimden gör beni. Kaybettiğin hiçbir şeyi o kapıdan içeri geçiremem belki ama, onları bambaşka surette kazanacağının umudunu yeşertebilirim. Bir cümle içinde karşılaşırız ya da cümlenin sonundaki noktada. Sileriz belki de fazlalıkları, eksik olanlara tamamlarız.
Mektubumun açacağı kapının ardına bırakacağım tüm mektuplarımı. Başını yaslayacak bir omuz aradığında, kapının ardında bekler gibi seni bekliyor olacak hepsi.
Son olarak, elinden tuttuğunu hissedeceğin şu satırları eklemek istiyorum:
Bilemezsin sana verecek bir armağanı ne çok aradığımı.
Hiçbir şey içime sinmedi.
Altın madenine altın sunmanın ne anlamı var,
ya da okyanusa su?..
Düşündüğüm her şey, Doğu'ya baharat götürmek gibiydi.
Kalbimi ve ruhumu vermemin bir yararı yok,
çünkü sen zaten bunlara sahipsin.
O yüzden sana bir ayna getirdim.
Kendine bak ve beni hatırla!.. (Mevlâna)