Okumak ve geriye kalan birçok şeyi kelimelerin nezdinde anlamak. Kelimenin verdiği anlamın içinde büyülenmek. Kelimelerin içinde kimi zaman ben de Oğuz Atay gibi kayboluyorum. Varoluşa kadar dayanıyor bu düşünce. Tam bu noktada Tanpınardan bahsetmek istiyorum: Gördüğüm kadarıyla Tanpınarın en belirgin özelliği, sosyal temalara gösterdiği duyarlılığı, kelimelere de gösteriyor olmasıdır. Tıpkı insanın huyundan bahseder gibi bahsediyor kelimelerden; detaylıca ve irdeleyerek.
Mesela 'Saatleri Ayarlama Enstitüsünde devasa bir doğu-batı çatışması içinde Türk toplumunun ruhsal süreçlerini görürüz. Batının yenilikleri ile daha üst bir seviyeye çıkıldığı düşüncesi gibi. Bunun yanında toplumu irdelerken, toplumdaki bireyleri karakteristik olarak inceler ve elde ettiği verileri eşyaya da yükler. Kelimeleri nefes alan, canlı organizmalarmış gibi anlatırken, eşyaya da insani tasvirler ekler. Farzı misal 'Saatleri Ayarlama Enstitüsü'ndeki şu cümleler çarpıcı olduğu kadar, şaşırtıcıdır da:
"Benim nazariyem şudur ki, insanlar kâinatın sahibi olmak üzere yaratıldıkları için eşya onlara uymak tabiatındadır." (s. 15)
"Başta padişahın asık yüzünden gelen ve halka halka etrafa yayılan bu neşesizlik eşyaya da sirayet etmişti." (s. 15)
"Roma imparatorları, krallar, büyük diktatörler hep kendileri gibi düşünsünler diye eşyalarını dostlarına hediye ederlerdi." (s. 17)
Eşyalar, sahiplerinin özelliklerini taşıyor ve bunu etrafına yansıtıyor, böylece bir dekor olmaktan çok, kişileşiyor; kişiye ait bir saatten fazlası oluyor. Eşyayı kişileştirmek en çok da yazarlar nezdinde bir durumdur belki de. Kelimelerin varoluşu ile o varoluştan doğan 'okumaya oluşturduğumuz bakış açısı' okuyucunun okuyamama mağduriyetini de tetikliyor. Okumak, çoğu kimse için, ne yazık ki günlük işleri yetiştirme telaşıyla meşgul olduğundan pek az vakit ayırabildiği bir durumdur. Yarım saatini ayırmamak için kaçarken, arkasında türlü bahaneler bıraktığı bir durumdur.
Tanpınar'ın "Kitap Korkusu" metninde Kafka örneği ile renklendirdiği gibi yorumlamak gerekirse; kitabın yazarına, yazarın fikrine ve bakış açısına benzemek istememe sebebiyle ya da yazar ile okuyucunun arasında bizzat okuyucunun oluşturduğu yarış sonucunda mağlup olma korkusu ile kitaptan kaçma isteği... Kitap korkusu, sığındığımız sebepler sayesinde varlığını sürdürmeye devam eder böylece. Keşke okuyucular sadece okuryazar olmakla sınırlı kalmasa ve her evin okunmuş eserlerle dolu büyükçe bir kitaplığı olsa ve kütüphanelerde arayıp bulamadığımız kitapların nedeni bizden önce başka okuyucular tarafından alınıp okunması olsa. Ve bunlar dilek kipi olmaktan da çıksa.
Tanpınar'ın 'Saatleri Ayarlama Enstitüsünde dediği gibi:
"Korku ve insan. Korku ve insan talihi, insanın insana hücumu, o hiç yere düşmanlık. Fakat neyi aldatabilirdim, kime anlatabilirdim? İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbirleriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz." (s. 112)