Aysun Öner ile İletişim Yayınları'ndan çıkan kitabı 'Beyaz Yakalı Eşcinseller - İşyerinde Cinsel Yönelim Ayrımcılığı ve Mücadele Stratejileri'ni konuştuk.
Cengiz Oylum: Türkiyeli LGBT bireylerin iş yaşamında yaşadıkları ayrımcılıklara dair bir araştırma yapma fikri nasıl gelişti?
Aysun Öner: Sanırım, kişi hangi alanda daha çok yara alıyorsa, ister istemez o alanda belli bir duyarlılık geliştiriyor. Teknik sektörlerde çalışan kadın mühendisler iş yaşamındaki erkek egemen kültürün içinde çeşitli ayrımcılıklarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Ben de bir kadın mühendis olarak çeşitli ayrımcılıklar yaşadım. Dolayısıyla bu deneyimler bende ayrımcılık ve mobinge dair özel bir duyarlılık geliştirdi ve bu ilgi -haliyle- farklı mecralarda yaptığım çalışmalarıma da yansıdı. Dolayısıyla, Beyaz Yakalı Eşcinseller adlı kitabıma esas olan araştırmayı yaparken, aslında ben diğerinin acısına bakarken biraz da kendi acıma bakmış oldum.
C.O.: Ayrımcılık deyince, bir ortamda, belli kişi ya da kimselere, çoğunlukta olana davranılandan farklı davranılmasını mı anlamalıyız, siz nasıl tanımlarsınız?
A.Ö.: Ayrımcılık toz bulutu gibi etrafımızı saran bir şey. Ve aslında her birimiz farkında olarak ya da olmayarak çeşitli ayrımcılıklara uğruyor ve kimi zaman başka kimselere ayrımcılık yapıyoruz. Kabul edilmiş ve meşru sayılan normlara uyuluyor mu uyulmuyor mu? İşte, uymadığı düşünülen kişiler yahut gruplar, 'norm dışı' olmakla yaftalanıyor, azınlık olarak ilan ediliyor ve bu gruplar ayrımcılığa maruz kalıyor. Hayatımızın çok içinde, her an yaşayabileceğimiz bir şey ayrımcılık aslında. Muhafazakâr bir muhitteki bir kafeye yırtık kot giyip gelen kişi kafe sahibi ve müşterilerin bakışlarına maruz kalabilir ve kendisini farklı, garip ve nihayetinde kötü hissedebilir ve işte ayrımcılığa uğramak denen şey böyle bir şey.
C.O.: Görüşmecilere ulaşmak kolay olmadı sanırım...
A.Ö.: Aslında oldukça güç oldu. Dünyada eşcinsellik çoklukla yok sayılıyor, sözü edildiği yerde, hastalık, ahlaksızlık, sapkınlık yahut doğal olmayan bir ilişki olarak kabul ediliyor ve bundan ötürü heteroseksizm ve homofobi egemen ve eşcinsel bireyler yoğun baskı görüyor. Böylesi bir ortamda toplumsal alanların hemen hepsinde dışlanma ve ayrımcılık tehlikesi yüksek olduğu için eşcinsel bireyler de (haliyle) gizlenmeyi seçiyor. Özellikle kamudan görüşmecilere ulaşmakta zorlandım.
C.O.: Kitabınızda LGBT dernekleri üzerinden görüşmecilere erişmeye çalıştığınızdan söz etmişsiniz bir de... Sanırım bu kanaldan beklediğiniz gibi ilerlemedi süreç...
A.Ö.: Görüşmecilere erişme noktasında, bilhassa LGBT derneklerinden umutluydum, ancak destek istediğimde beklemediğim bir yanıtla karşılaştım. LGBT dernek temsilcileri, LGBT temalı akademik ve sanatsal çalışmalar için kendilerine çok fazla başvuru olduğunu ve âdeta bir ajansa döndüklerini, rutin dernek faaliyetlerinin yanı sıra, ilerleyen bu işlerin fazlaca vakitlerini aldığını, ilaveten ilgili sanatsal ve akademik çalışmalara destek olan LGBT bireylere ilgili çalışmaların sonucundan bilgi verilmediğini ve bu durumun LGBT bireyleri bu ve benzeri çalışmalara destek olma noktasında demotive ettiğini belirtti. Tüm bu güçlüklere rağmen, moda, bankacılık, öğretmenlik gibi olabildiğince farklı alanlardan LGBT bireylere erişip görüşmeler yaptım.
C.O.: Bu kadar güçlüğe rağmen görüşmecilere erişmeyi nasıl başardınız?
A.Ö.: Akademik çalışmalarda hassas gruplara erişirken kullanılan kartopu yöntemini izledim.
C.O.: İsmi güzelmiş, nasıl bir yöntem, biraz açar mısınız?
A.Ö.: Elbette. Şöyle ki; bir anahtar görüşmeciniz, çalıştığınız sahadaki diğer görüşmecilere erişmeniz için aracı oluyor. Bu anahtar görüşmeci, genelde ilgili sahadaki kişilerin güvendiği bir kişi oluyor. 'Bora' takma adını verdiğim, akademisyen ve gey görüşmecim pek çok kontağa erişmemi sağladı. Benzer biçimde bir lezbiyen görüşmecim de diğer birkaç lezbiyen görüşmecime erişmem için aracı oldu.
C.O.: Görüşme süreçleri de görüşmecilere erişme süreci kadar sıkıntılı mıydı?
A.Ö.: Öncelikle, yaşanan ayrımcılıklara ilişkin yanıt almakta oldukça zorluk çektim. Yanıt alabilmek için, evvela ayrımcılığın ne olduğunu anlatmaya çalıştım. İkincisi, benim de heteroseksüel bir kadın olarak LGBT bireyler gibi, heteroseksüel erkeklere göre bir cinsel azınlık olduğumu, kadın olmak üzerinden çeşitli ayrımcılıklara uğradığımı, diğer bir deyişle aynı gemide olduğumuzu ve kendileriyle hemhal olduğumu anlatmaya çalıştım. Yanı sıra, bir kafede lezbiyen bir görüşmecimle yürüttüğüm bir mülakatta, bir garson, yürüttüğü işi bırakıp hemen yan masamıza oturdu ve görüşmeyi ilgiyle dinlemeye başladı. Bu benzeri bir merakı kitabımda 'homofobik merak' kavramı ile açıkladım. Kimi görüşmecilerim taciz, işten çıkarılma ve benzeri olumsuzlukları anlatırken hayli zorlandı. Öyle ki, akademisyen gey bir görüşmecim, görüşmeye, rahat konuşabilmek için beyaz şarabı ile gelmişti ve ailesinin eşcinsel kimliğini öğrenip üzülmelerinden endişe ile görüşmenin ses kaydını silmem yönünde bir talepte bulundu.
C.O.: Türkiye'de LGBT bireylerin bu denli bir homofobik baskı hissettikleri bir ortamı oluşturan temel unsurlar neler?
A.Ö.: Türkiye'de, dünyada olduğu gibi, eşcinsel bireylere yönelik ayrımcılıkların temel nedenlerinden biri, pek çok dinin eşcinselliği günah olarak görmesi. Kimi görüşmecilerim, çocukluklarından itibaren, eşcinsel kimlikleri ve dini inançları arasında yaşadıkları çelişkiyi vurguladı. İkincisi, Avukat Yasemin Öz'ün çalışmasında değinildiği gibi, ülkemizde yasal mevzuatta eşcinsel bireylere yönelik ayrımcılık net olarak belirtilmemiş durumda. Bu konuda hukukçular elbette daha detaylı yorum yapabilir, ancak yine Öz'ün ifade ettiği gibi mahkeme süreçlerinde net olarak cinsel yönelim ayrımcılığının yer almaması karar açısından bir boşluk yaratıyor. Şu da var ki, görüşmecilerimden biri eşcinsel kimliği nedeniyle işinden oldu ve işe iade hakkını kazandı. Bu olumlu bir gelişme. Öte yandan, görüşmecimle yakın zamanda konuştuğumuzda, işyerinin kendisini tekrar işe almadığını ve tazminat noktasında anlaşmak durumunda kaldıklarını belirtti. Dünyada, norm olarak görülen cinsel yönelim, heteroseksüellik ve dolayısıyla tüm dünyada heteroseksüel varoluşların dışında kalan kesimler çeşitli biçimlerde ayrımcılığa uğruyor.
C.O.: Peki kitabınıza konu olan beyaz yakalı eşcinsel bireylerin iş yaşamında yaşadıkları ayrımcılıklara gelirsek, araştırmanızda hangi sonuçlara ulaştınız?
A.Ö.: Çalışmamda, işe alım ve yükselmelerde ayrımcılıktan istifaya zorlama ve işten çıkarmaya varan ciddi seviyelerde ayrımcılık deneyimleri yaşandığını tespit ettim. Kimlik ifşası olduğunda en çok rastlanan, bir biçimde işten çıkarma ve istifaya zorlama.
C.O.: Nasıl bir zorlama var?
A.Ö.: Kamu ve özel sektörde çalışan görüşmecilerim farklı deneyimler aktardı. Özel sektörden örnek vermek gerekirse, özel bir bankada çalışan bir görüşmecim, eşcinsel sevgilisinin aşk acısı ile bankayı bastığını, kendisinin eşcinsel kimliğini ifşa ettiğini, yaşanan bu hadisenin ardından, evvelden arasının iyi olduğu kadın yöneticisinin kendisinden eve dinlenmeye gitmesini istediğini, ancak izin formlarını kendisine iletmedikleri ve üç gün boyunca habersiz işe gitmemiş bulunduğu için istifa etmiş sayıldığını paylaştı.
C.O.: 'Beyaz Yakalı Eşcinseller'de sözlü tacizden bahsediyorsunuz. Herhalde en yaygın ayrımcılık bu...
A.Ö.: Evet, eşcinsel bireylere yönelik, 'ibne', 'top' vb. tabirler toplumumuzda en yaygın kullanılan ifadeler ve eşcinsel bireyleri bu ve benzeri sözler oldukça yaralıyor. Kitabımda eşcinsel bireylerin cinsel yönelim kimlikleri üzerinden incindikleri tüm hususları ayrımcılık olarak ele aldım. Bu bağlamda, eşcinsel bireylere yöneltilen, 'Sen diğer eşcinsellere benzemiyorsun' benzeri ifadeler, eşcinsel bireyler açısından olumsuz olduğu için, eşcinsel bireylere yönelik bu vb. ifadeleri de sözlü taciz olarak nitelendirdim. İşyerinde, sözlü taciz, "sözlü cinsel taciz" boyutunda da yaşanabilmekte ve özellikle lezbiyen bireyler eşcinsellikleri ortaya çıktıktan sonra bu tip bir ayrımcılığı sıkça yaşıyor. Lezbiyen bireylere yönelik, bilhassa 'düzeltme' vurgusu üzerinden sözlü taciz yapılıyor. Açarsak, lezbiyenlerin bir erkekle birlikte olunca aslında heteroseksüel olduklarını keşfedecekleri düşünülüyor ve bununla ilgili sözlü tacizde bulunuluyor. Ayrıca, kadınlıklarından dolayı sözlü cinsel tacize uğrayan lezbiyenlerin eşcinsel oldukları keşfedildiğinde maruz kaldıkları tacizin derecesi daha da artıyor. Sanat galerisinde çalışan görüşmecim, bir ressamın kendisine hem kadın olması hem de eşcinsel olması üzerinden tacizde bulunduğunu paylaştı.
C.O.: Kitabınızın önemli bir boyutu da ayrımcılıklarla mücadele stratejileri. Eşcinsel bireylerin sevgili yahut eş uydurduğundan söz etmişsiniz...
A.Ö.: Beyaz yakalı lezbiyen ve gey bireyler iş yaşamında ayrımcılığa uğrama ve kendi kişisel bütünlüklerinden ödün verme riski arasında sürekli bir geliş-gidiş içindeler. Çoğu eşcinsel birey iş yaşamında kimliğini gizliyor ve heteroseksüel gibi davranmaya çalışıyor. Görüşmecilerim, iş yaşamında, özellikle evlilik yahut sevgililikle ilgili soruların sorulduğunu, şayet şüphe düzeyinin yüksek olduğunu hissederlerse yahut güvensiz bir işyerinde çalışıyorlarsa 'Nişanlım var, evleneceğiz' diyerek karşı cinsten bir sevgili uydurma yoluna başvurduklarını ifade etti. Bununla birlikte, eşcinsel bireyler kendilerini heteroseksüel gibi göstermek için, sevgililerinden bahsederken sevgililerinin özelliklerini karşı cinsel yönelim grubunun özellikleri ile değiştirebiliyor. Örneğin, sevgililerinin adı Özgür ise telefona Öznur diye kaydediyorlar. 'Kız arkadaşın var mı?' diye sorulunca değiştirdikleri isimde bir sevgililerinin olduğunu ifade ediyor ya da yakın bir arkadaşlarını sevgilileri olarak tanıtabiliyorlar. Kimi ise bir evlilik hikâyesi uyduruyor.
C.O.: Aktarmak istediğiniz ilginç bir hikâye var mı?
A.Ö.: Eşcinsel bireyler son kertede bir senaryo yazıyor, o senaryoyu anlatıp ona uygun davranıyor. Kamuda öğretmen olan lezbiyen görüşmecim eşcinselliğinden şüphe eden iş arkadaşlarını eşcinsel olmadığına ikna etmek için vaktiyle mecburi olarak yaptığı anlaşmalı evliliği gerçekmiş gibi lanse etmiş, Photoshop'ta sahte bir evlilik kurgulamış ve bu evliliği arkadaşlarına sunmuş. Evlilik ve boşanma üzerine yarı uydurma hikâyeler yazmaya başlamış. 'Eşim Amerika'ya gitmek istedi, ancak ben istemedim, Türkiye'de kalmak istedim' benzeri uydurma hikâyeler anlatmak zorunda kalmış. Görüşmecim böyle bir yaşamı şizofrenik bir hayat olarak tanımlamıştı.