Türkiyedeki kültürel alan gerek üretim gerek tüketim parametrelerine bakıldığında büyük bir canlılık yaşamaktadır. Bu canlılık çoğunlukla tercüme metinler üzerinden sağlanmaktadır. Entelektüel dinamizmi sağlayan ürünlerden birinin tercüme olmasında, entelektüel toplantılarda ve açık oturumlarda iddia edildiğinin aksine, hiçbir beis ve zafiyet yoktur; bilakis tercüme metinler bize iki boyutlu bir tartışma yapma imkânı vermektedir: (i) orijinal metnin kendi hususi bağlamındaki konumu ve (ii) Türkçeye aktarıldığında sahip olduğu konum. Türkçe entelektüel alanı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından dumanı üstünde bir ürün ile tanıştı: Freud Belgeleri: Psikanaliz Tarihi Hakkında Bir İnceleme.
Kitabın anlatı dili dört perdelik bir tiyatro oyununu andırıyor. İlk perde 1916 yılının Viyana Üniversitesinin dersliğine açılıyor ve Freudun sahneye çıkışı ile başlıyor. Freud, kurucusu olduğu Psikanalizin düşünce tarihinde oynadığı rol bakımından Kopernikin ve Darwinin yarattığı etkilere denk geldiğini büyük bir heyecanla anlatır. Bu sahnede, insanın genel narsisizmine, insanlığın kendine duyduğu hayranlık ve sevgi yanılsamasına, üç büyük darbenin vurulduğunu söyler Freud:
[Kopernikten önce] insanın ikametgâhı olan dünya, evrende merkezi bir konuma sahipti. Bu konum, insan için evrendeki egemenliğinin bir işaretiydi. Bu narsist yanılsamayı yok eden 16. yüzyılda Kopernik olmuştu: Kozmolojik darbe. Kültür yolundaki gelişmeler sırasında insan, hayvanlar krallığındaki diğer yaratıklar üzerinde hâkim bir konum elde etmişti. Onlarda akıl olduğunu inkâr etti, kendine ölümsüz bir ruh isnat etti ve kendisi ile hayvanlar krallığı arasındaki kan bağını yok edecek ilahi bir türeyiş iddiasında bulundu. Darwinin ve selefleri bu tahmini sona erdirdi: Biyolojik darbe. Narsizme vurulan üçüncü darbe ise, muhtemelen, en yaralayıcı olandır: Psikolojik darbe. Psikanaliz tarafından gerçekleştirilen iki keşif egonun kendi evinin hâkimi olmadığını ortaya koydu (i) cinsel içgüdülerin yaşamlarının tamamen gemlenemeyeceği ve (ii) zihinsel süreçlerin aslında bilinçsiz olduğu, egoya sadece eksik ve güvenilmez algılar aracılığıyla eriştiği ve böylece egonun kontrol altına girdiği.
Freud, Psikanaliz bilimiyle kendi keşiflerini ve insan narsizmine vurduğu darbenin konumunu seçkinleştirirken, işin tuhafı, kitabın yazarları bu sahnede kibirli biri olarak konuştururlar onu.
FREUDCULUĞUN TARİHİ
Kitabın ilk sahnesinden itibaren yazarlar bize Psikanalizin diğer psikoterapi ve psikoloji ekollerinden bilişsel statü bakımından üstün olmadığını belirtip onu ıskartaya çıkartacaklarını hissettiriyorlar. Geri kalan tüm sahnelerini bir boks maçı izler gibi takip etmesini okuyucuya dayatan kitap, muazzam bir belge, materyal, sayısız yazışma yığınına dalarak Psikanalizin kilerine girmiş gibi bir hava estirir. Kitabın temel tezi, Psikanalizin güçlü kesinlik sunan bir bilim olmak yerine birçok efsaneye dayandığıdır. Bu tezi ispatlamak için ise, Psikanalizin ilk yıllarına dönüyor. Psikanalizin ruh sağlığı piyasasını nasıl domine ettiğini; Freudun rekabet ettiği diğer psikoterapileri, mesleki rakiplerini, muhaliflerini ve eski çalışma arkadaşlarını etkili bir şekilde nasıl gayri meşru kıldığını anlatır.
Kitap, Freudculuğun tarihini ve Psikanalizmin tarihsel gelişimini Freud efsanesi teması etrafında işler. Nihayetinde, bir kâhin özgüveniyle son bulan vaaz ile perdeyi kapatır yazarlar: Dolayısıyla bazılarının yaptığı gibi Freudu öldürmenin yollarını aramanın pek manası yoktur, zira önceki girişimlere pek az katkı yapacağı ortadadır. İronik şekilde, psikanalizin belirli bir anlamda artık var olmadığını veya hiç olmadığını söylemek varken, böyle bir girişim sadece psikanalize hayat ve kimlik vermeye devam edecektir. Freud efsanesi gözlerimizin önünde silinip gitmekte, psikanaliz de onu takip ederek yeni kültürel eğilimlere, başka amaçlı etkileşimlere yer açmaktadır, kadim hasta-doktor karşılaşma ritüeli böylece yenilenmektedir. Hâlâ zamanımız varken Psikanalizi çalışmak için acele etmeliyiz, çünkü yakında özelliklerini ayırt edemeyeceğimiz günler gelecektir. Bunun haklı bir nedeni var: Çünkü psikanaliz hiç var olmamıştır.
VE ANTİ-BİLİM ŞEHRE GİRER
Türkiyedeki bilim tarihi ve bilim sosyolojisi çalışmalarının temel motivasyonu ve stratejisi şudur: Bilim alanındaki hegemonik ilişkileri ve rekabet süreçlerini ilgili bilim dalının rasyonalitesine ve mantıkî modellemelerine karşı bir lanetleme aygıtı olarak kullanmak. Bu yüzdendir ki Psikanalizmin tarihine tahsis edilen ama aslında tek derdi Psikanalizim diye bir şeyin olmadığını göstermek olan Freud Belgeleri gibi bir kitap Türkçe kültür diyarına kalburüstü bir yayınevi tarafından buyur edilebiliyor.
Freudun bilimsel alanda kendi konumunu ve ürettiği bilimsel bilginin yerleşmesi için alanın kendi mantığında mündemiç olan, alanı alan yapan hususi rekabet ve çekişme ilişkilerini Freuda ve Psikanalizme karşı düşmanca kullanan bir kitabın Türkçede albeni bulması anti-bilimciliğin hâlâ karizmatik bir uğraş olduğu anlamına geliyor.
Bilimin icra edilmesine ilişkin eleştirel çalışmalara elbette gerek vardır. Üstelik bu çalışmalar bilimsel bilginin sahip olduğu kesinlik gücünü artırmaya yarayacak kadar pozitif etkilere olanak sunar. Ancak Türkiye kültür sathında bilimi lanetleme çabaları en az bilimi kutsama çabaları kadar karikatür kalıyor. Çünkü bilime ve bilimselliğe yönelik geliştirilen eleştiri Kantçı anlamda bir kritik değildir; yani bilimsel bilgiyi nesne-alanı ile yeniden sınamaya tabi tutmak, bilimsel bilginin sınırlarını (kritikos) göstermek Türkiyedeki bilim tarihi ve bilim sosyolojisi çalışmaları topografyasında yer tutamıyor. Bilime düşmanca tavır alan, bilimsel alanın geliştirici ve kurucu gücü olan rekabet ilişkilerini bağlamından kopartarak inceleyen, bilimin tarihini bilime karşı kinik bir tarzda kullanan çalışmalardan geçilmiyor bu topografya. Üstelik bu tür değerlendirmeler sosyal bilimin icra edilme imkânlarına dair hiçbir kolaylık sağlamıyorlar. Bilakis bu imkânı boğuyorlar.