TEFRİKAHaber Girişi : 17 Mart 2025 02:11

Feza [Boşlukta | 2. Bölüm]

Feza [Boşlukta | 2. Bölüm]
Mehmet Ferah'ın "Boşlukta" isimli roman çalışmasını tefrika etmeye devam ediyoruz. İkinci bölüm sizlerle...

Boşlukta | 2. Bölüm

 

İşhanının önünde durup başımı göğe çevirdim. Karabulutların yerini masmavi bir gökyüzü almış, güneş tüm parlaklığıyla kendini göstermeye başlamıştı. Beyazıt Meydanı'ndaki tramvay istasyonuna yaklaşınca kısa bir süre durakladım; ne yapacağıma, nereye gideceğime karar vermeye çalıştım. İşten çıkarılmam öylesine ani olmuştu ki aklıma o an gidebileceğim bir yer gelmiyordu.

"Gülhane Parkı," diye mırıldandım birden. "Evet yaa, şu an için en uygun yer belki de orası."

Yanımda duran, elindeki alışveriş torbalarının ağırlığından mı, yoksa yaşlılıktan mı belinin büküldüğü anlaşılamayan, kahverengi başörtülü yaşlı kadının şüpheli bakışlarını fark edince gülümseyerek, "Hayır teyze," dedim, "Korkma, deli değilim... En azından şimdilik."

 

 

Tramvay yolunun Sultanahmet yönündeki kaldırımlarında yürümeye başladım. Çorlulu Ali Paşa Medresesi'nin önünden geçerken burnuma taze kavrulmuş kahve kokusu geldi. "Sıcak ve bol köpüklü bir kahve beni kendime getirir," diye düşündüm. "Zaten vaktim bol, kaybedecek bir şeyim yok."

 

Osmanlı motiflerinin abartılı bir şekilde her eşyanın üzerine işlendiği, envai çeşit halılarla döşenmiş bir zeminin üstünde, bakır sinilerle süslenmiş ahşap masaların ve kenarları hasırla örülü minik taburelerin bulunduğu bir mekânda oturdum.

Kısa süre sonra, fesinin düşmemesi için âdeta İngiliz lordlarına özgü bir zarafetle eğilmekten kaçınan bir garson yanıma geldi.

Tarihi yansıtan yeleğinin cebinden bir sipariş fişi ve kalem çıkararak, "Ne arzu edersiniz?" dedi.

Etrafı incelerken dalıp gitmiş gözlerimi ona çevirdim, "Sade bir kahve," diye yanıtladım. "Bol köpüklü ve koyu olsun lütfen."

 

 

Kahvemi beklerken çevreyi incelemeye devam ettim. Aslında ilgimi çeken bir şey olduğundan değil; sadece düşüncelerimden uzaklaşmak, kafamı dağıtmak içindi bu.

Gözüm, tam karşımda, sıvası yer yer dökülmüş bir duvarda asılı olan, saçakları seyrelmiş eski bir halıya ilişti. Dikkatimi çeken halının genel görünüşü değil, üst kısmının sağ ucunda, motifler arasında belirsizce görülen ve birbirinden bağımsız gibi duran harflerdi.

Farsçaya az da olsa aşina biri, bu harfleri birleştirip kolayca çözebilirdi: "فضا"

Feza, yani boşluk.

Halının diğer bölümlerinde de bazı harfler gözüme çarptı; fakat onlar belirgin değildi, ya da zihnim o anki karmaşık ruh halim yüzünden kendine yeni meşgaleler arıyordu.

 

Kısa süre sonra kahvemi getiren garson fincanı önüme bırakıp masadan ayrılmak üzereyken, tereddütle duvardaki halıyı işaret ederek sordum:

"Şu halı hakkında bir şey biliyor musun? Ne zamandır burada asılı?"

"Şu eski püskü, kenarları yıpranmış olan mı?"

"Evet, onu diyorum. Lale desenli, duvardakilerin en küçüğü."

"Geçen hafta bir meczuptan aldı patron," dedi gülümseyerek. "Garip bir adamdı. Sürekli bir şeyler mırıldanıyordu, bir ara hiç susmayacak sandık."

"Neler söylediğini hatırlıyor musun?"

"Aslında hep aynı şeyleri tekrar ediyordu, bazen de sesini yükselterek–."

Dayanamadım, "Ne diyordu?" diye araya girdim, merakla onun konuşmasını hızlandırmak istercesine.

"Anlaşılır şeyler değildi," dedi garson, "ama arada bir bağırarak 'Feza!' diyordu."

"Bu halının üzerindeki yazının bir anlamı olmalı," diye düşündüm.

Feza... Boşluk... Uzay...

 

(Devam edecek!)

 

Mehmet Ferah

 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Bahar şenses 17 Mart 2025 22:02

    Harika bir yazı olmuş devamını merak ile bekliyorum.