SÖYLEŞİHaber Girişi : 29 Temmuz 2017 22:16

Cevat Turan, 'Unutmalar Şehri'ni anlatıyor

Cevat Turan, 'Unutmalar Şehri'ni anlatıyor
Romanı eline alıp sayfalarını çevirmeye başlayan okuyucular, genç âşıkların romantik süreçlerinden geçip adım adım kaosa sürüklenmelerine tanık olurken, öte yandan kendi kendilerine şu soruyu da soracaklar: Bir şehri hangisi kurtarabilir? Aşk mı, merhamet

Şair ve yazar Cevat Turan?ın yeni yayımlanan kitabı Unutmalar Şehri, aslında sıradışı metinler okumak isteyen okuyucuların uzun zamandır beklediği türden bir roman. Çünkü romanda aşk, öfke, nefret, şiddet ve toplumsal kutuplaşma hali gibi bugüne referans olabilecek çok sayıda tema sözkonusu.

Okuyucular, romanda kendilerinden çok fazla şey bulacak ve kahramanlarla aralarında özel ve büyülü bir bağ kuracaklar: Bir yandan romanın başkarakterleri olan Esma?yla Alper ve Necla?yla Ömer?in imkânsız aşklarına hüzünlenirken, bir yandan da bu ülkede yaklaşık 40 yıldır hiçbir şeyin değişmediğini şaşkınlıkla izleyecekler.

Romanı eline alıp sayfalarını çevirmeye başlayan okuyucular, genç âşıkların romantik süreçlerinden geçip adım adım kaosa sürüklenmelerine tanık olurken, öte yandan kendi kendilerine şu soruyu da soracaklar: Bir şehri hangisi kurtarabilir? Aşk mı, merhamet mi, öfke mi?

Yazar Cevat Turan?la, dış dünyayla bağlantısı kesilmiş, baştan başa esaret altına alınmış o şehri ve yeni kitabı Unutmalar Şehri?ni konuştuk...

Edebiyat dünyası ve okurlarınız sizi, şiir kitaplarınız ve şair kimliğinizle tanıyor. Şimdi ise, daha önce denemediğiniz bir türle, yani bir romanla çıkıyorsunuz okuyucunun karşısına. Roman yazma fikri ilk ne zaman aklınıza düştü?

Uzun süreden beri düşündüğüm bir türdü roman çalışması. Bildiğiniz gibi üç şiir ve de bir öykü kitabım var. Ayrıca basıma hazır denemelerim ve şiirsel metinlerim bulunuyor. Ayrıca bir öykü kitabı dosyası da basıma hazır halde masamın üzerinde okuruna ulaşmayı bekliyor. Romanı yazarken ben de en az başkaları kadar merak ettim böylesi gerçeklerle bezenmiş bir konu nasıl anlatılacak diye? Artık buna okur ve edebiyat eleştirmenleri karar verecek. Her yazın türünün kendine özgü tekniği ve disiplini olduğu kadar, romanda da bunun fazlasıyla var olduğunu gördüm. Kuşkusuz sabır ve disiplin gerektiriyor. Ayrıca yaşanmış, yakın bir dönemi anlatıyor olmanın da kendine özgü zorlukları var. Çünkü konuyu tek bir tarafı ile değil, bütün yönleri ile ele almak, gerek yazın örgüsü bakımından, gerekse yaşanılan tarihsel olay döngüsü ile örtüşmesi bakımından dikkatli olmayı zorunlu hale getiriyor.

1 ayda 5 baskı yapan ?Unutmalar Şehri?, Kadıköy Kitap Fuarı?nda

Unutmalar Şehri, 1980?li yıllarda Çorum?da yaşanan ve yakın tarihimize ?Çorum katliamı? ya da ?Çorum olayları? şeklinde geçen trajik bir durumun romanı. Sizin Çorumlu olduğunuzu da biliyoruz; Sivas ya da Maraş katliamının romanını yazmak yerine, Çorum?u yazmanızın nedeni orada doğmuş ve yaşamış olmanız mı?

Çorum olaylarını incelemeye başladığımda Maraş ve Sivas gibi diğer şehirlerde yaşanan bu tarihsel trajedilerin edebi bir eseri olup olmadığını araştırdım ve olmadığını gördüm. Ne yazık ki daha çok belgeseller var. Çorum olaylarının edebi türlerden hiçbirine, roman ya da öykü çalışmasına dönüşmediğini anladım. Konusunda ilk roman çalışması olacak bu. Çorum olaylarını yazdım, çünkü ben orada büyüdüm. Olayların içinde yaşadım. Tank seslerini, barikat ateşlerini, umudu ve gözyaşını gördüm ve tanık oldum. O nedenle romanda tarif ettiğim mekânlar, caddeler, evler ve sosyal doku, çok iyi gözlem yaptığım alanlardır. Bu roman sadece geçmişi alıp getirmeyecek okurlara, geleceğe de bir deneyimi, acının rengini, umudun bir bedende nasıl yok olup gidişinin gerçeğini anlatarak not düşecek. Yeni nesiller bir şehrin nasıl karartıldığının, hem de devlet ve militarist güçler eliyle organize bir şekilde bunun nasıl kâbusa dönüştüğünün çıplaklığını görecekler, tanıklık edecekler.

Romanınız yarı-belgesel ve kurmaca bir nitelik taşıyor. Bu romanı yazarken kurmaca ile yaşanmışlıklar arasındaki dengeyi nasıl oluşturdunuz? Romanınızı daha çok tanıklıklar, belgeler üzerine mi kurdunuz, yoksa bu tanıklıkları kurmaca bir yapının içine mi yedirdiniz? Yazma sürecinde hangi unsur, hangi hallerde devreye girdi; yer yer kurgunun öne geçtiği, kimi zaman da yaşanmışlıkların kurguyu geri plana ittiği durumlar oldu mu?

Eğer var olan yaşanmışlıkları olduğu gibi aktarırsanız bu roman veya edebi bir çalışma değil, belgesel olur. Gerçeklikten beslenerek, yaşanmışlıkları içine sindirerek ve roman kurgusu tadı ile harman edilerek yazıldı bu roman. Kahramanların bazıları gerçek hayatta var olduğu gibi, bazıları da yaşanmış olayların içinde kahramanlaştılar. Ben onları yaratmadım, onlar benim elimden tutup kalemimim ucundan beyaz kâğıda kendilerini resmettiler. Böyle iddialı bir konuyu yazmanın ağır sorumluluğu var. Olayların gelişim süreci, tarihsel kronoloji ve bugün yaşayan birçok insanın okuduğunda o güne tanıklık edebilecek olay örgüsüne dikkat etmek gerekiyordu. Sadece tanıkları dinleyerek değil, kütüphanede dönemin belgelerini araştırarak, yerel gazetelerin tümünü tarayarak, ulusal gazete arşivlerini dikkatle inceleyerek, internette derinliğine bilgilere ulaşarak yeteri kadar doküman oluşturduğumu düşünüyorum. Bu roman gerçek ile kurgunun bir harmanıdır diyebiliriz. Birbirini besleyen ve birbirini üreten gerçeklerle okura anlatacak kendini. Objektif, olaylara tepeden projektör tutan ve detay ile bütünün iç içe geçtiği bir çalışma oldu.

Unutmalar Şehri?nde dört kahramanın dönemin toplumsal kargaşası içinde aşklarını yaşamaya çalışması romanın merkezindeymiş gibi görünse de, kimi yan karakterlerin yaşamı da oldukça dikkat çekiyor: Bir yanda gazeteci Alper ile Esma?nın, Kızıl Ömer ile Necla?nın aşkları; diğer yanda ortaokullu Ziya, Polis Yaşar, Komünist Haydar, Alevi Ali Rıza vb... Hepsinde de karakterlere ideolojik bir yerden bakmak yerine, insan-odaklı bir noktadan bakmayı tercih ediyorsunuz.

Romanın merkezinde gazeteci Alper yer alıyor. Çünkü Alper, işi gereği her yere, her alana, girilmez her yere girip haber topluyor. Bu da okurun bütün tarafların davranışlarını anlamasını kolaylaştırıyor. Tabii ki aşk, aşk, aşk. O dönemde aşksız devrim olmaz, devrimsiz de aşk olmazdı. Alper bir Türkiye gerçeğinin içindeki geleneksel tutuculuğun çaresizliğinin içinden çekip çıkarabilecek mi aşkını? Bu mücadeleye sevdiği Esma?nın gücü yetecek mi dersiniz? Ya Kızıl Ömer? Dönemin devrimcilerinin âşık olması eleştirilen ve küçük burjuva yakıştırması ile küçümsenen, ayıplanan bir durumdu. Hele bir de öne çıkan bir karakterseniz hiç şansınız yok, aşkın bedelini ödeyeceksiniz. Kızıl Ömer?le Necla?nın aşkı romantik bir barikat arkası, gece ateşlerinin etrafında ülkeyi kurtarmakla uğraşırken kendi aşkını var edememenin uzlaşmaz çelişkisini gösteriyor bize. Radikal Haydar, ortaokullu Ziya, Polis Yaşar ve köylü Alirıza; bunların kimi o dönemin kurbanı, kimi de celladı olan karakterleridir. Elbette bir de Kara Bebek gerçeği ve onun ilişkileri var ki zaten insanların kaderini ölümle yüzleştiren, hepimizin bu gün bile onlarcasını izlediğimiz, vatanını herkesten farklı sevdiğini sanan prototipler.

cevat_turan_fuar2

Romanın başkarakteri olan gazeteci Alper ve sevgilisi Esma?nın aşklarından ziyade, Kızıl Ömer ve Necla?nın aşklarını ben kendime daha yakın buldum. Sizce bunun nedeni ne olabilir?

Çünkü orada bir hareket var. Devrimci romantizm var. Kahramanlara olan sempatimiz, sıradan olanlardan her zaman daha ayırt edicidir. Her okur biraz kendini bulur roman karakterlerinde, öyle bir şey olsa gerek. Biraz da Kızıl Ömer?in gizemli bir dünyası var hikâye boyunca. Mutsuz ve adanmış bir yalnız hayat. Sıradışı, hem mücadeleci, hem de toparlayıcı ve uzlaşmacı, olumlu bir kişilik. Alper?se daha bizden ve her yerde rastlayabileceğiniz, büyük hayalleri olmayan, kararlı, ideal gazeteciliği önemseyen düz bir adam.

Unutmalar Şehri?nde bir dizi trajik olay yaşanıyor: İnsan kaçırmalar, siyasi cinayetler, işkenceler ve tecavüz... Bu roman için pesimist bir roman diyebilir miyiz?

Bazen şu soruyu soruyorum kendime; ben bu romanda taraf oldum mu diye? Elbette benim bir tarafım, bir dünya görüşüm var. Olmazsa buna şaşmak lazım. Ancak olayları olduğu gibi anlatmak ve objektif bir gözle yaşanılan tarihsel süreci yazıya dökmek için çok çaba sarf ettim. Çünkü vatanı kurtarmak ve vatanı sevmek durumu, herkesin kendi bulunduğu yerden kendi gerçeğini anlatıyor. Her iki taraf da bu toprakların huzuru ve gelişmesini istiyorsa, peki yanlışı yapan kim? Bunca katliamları yapan, evleri yakan, insanları göçe zorlayan ve tecavüzler yapıp fırınlarda insanları diri diri yakanların yurt sevgisinin parametresini kim ayarlıyor? Bu roman bir pesimist roman değil; olayın zaten kendisi baştan sona pesimist. Benim bir yazar olarak var olan realitenin dışında bir şeyi yazmış olmam, zaten eşyanın doğasına aykırı olurdu.

1980 yılının Mayıs?ından 12 Eylül darbesine kadar geçen bir süreyi işlediğiniz Unutmalar Şehri?nde, dönemin atmosferi ile bugünün konjonktürü çok benzeşiyor. Birincisi, olumsuzluklar anlamında bu ülkede hiçbir şey değişmedi mi; ikincisi, bu romanı yazmanızda bu etken ne ölçüde belirleyici oldu?

Ben 1980 Mayıs ayı ile 12 Eylül 1980 tarihi arasındaki beş aylık kısa bir dönemi yazdım. Çünkü mayıs ayından temmuza kadar sağ-sol çatışması ile şehri birbirine katmaya çalışan gizil güçler ve onların birlikte iş tuttuğu işbirlikçileri var. Sağ-sol çatışması ile istenen ve planlanan ölümler yeterli olmayınca, temmuz başından itibaren iş mezhep çatışmasına dönüştürülmek isteniyor. Provokasyonlar, kışkırtmalar, TRT?nin rolü, CIA?in hazırladığı bir altyapı var ortada.

Bugünlere çok benziyor, çünkü azgelişmiş ülkeler kendi sorununu çözmekte zorlanıyor. Demokrasiyi bir türlü kurumsallaştıramıyor, çoksesliliği ve özgürlükleri içselleştiremiyor. Bir de ekonomik açmazlar buna ilave edilince dış müdahalelere açık hale geliyorsunuz. Ülkeyi üç kuruşa satmaya hazır, sırada bekleyen işbirlikçileriniz hiç bitmiyor. O nedenle çok şey değişiyor gibi görünebilir. Teknoloji, makineleşme, iletişim, bilginin dolaşımı, cep telefonlarımız, sosyal medya her şey var; bir tek demokrasi ve çokseslilik yok, düşünce özgürlüğü yok. Bu alanlarda her gün biraz daha geriye ve çağın arkasına gidiyoruz. Hâlâ darbe konuşuluyorsa, hâlâ darbe girişimleri yapılıyorsa ve olağanüstü yasalar hayatımızı hâlâ şekillendiriyorsa, gazeteciler, yazarlar düşüncelerinden ve yazdıklarından dolayı yıllarca hücrelerde çürümeye terk ediliyorsa çok bir şey değişmiş diyebilir miyiz?

Karakter yaratırken nasıl bir kurgusal hazırlık yapıyorsunuz, nelere dikkat ediyorsunuz? Karakterleriyle her an, her dakika birlikte yaşayan yazarlardan mısınız? Zaman zaman bu romandaki karakterlerin gerçek hayatta yaşadığı duygusuna kapıldığınız oluyor mu?

Roman örgüsünün bir haritasını çıkartıyorum. Karakterlerin yaşı, şekli, alışkanlıkları ve diğerleri ile yaşayacağı ilişki biçimini önceden özet olarak tasarlıyorum. Elbette yarattığı kahramanına üzülen, onunla mutlu olan ve onunla hüzünlenen birisiyim. Bazen yazarken ben de ne olacağını bilmiyorum ve bir okur gibi ?şimdi ne olacak? diye soruyorum kendime. Bir an evvel klavyenin başına oturayım da kahramanımla zaman geçireyim diye heyecan duyuyorum. Bir de gerçek bir dönemi anlattığınızı bilerek yazıyorsanız ve bunu birilerinin yaşadığı empatisini yapıyorsanız yüreğinizi kanatan yara daha bir büyüyor.

Son olarak; siz daha çok şair kimliğinizle biliniyorsunuz. Sizce, roman yazmakla şiir yazmak arasında ne gibi farklılıklar var?

Zor soru. Her iki yazım türünün de kendine özgü zorlukları var. Roman yazımı, öğrenilebilen ve çalıştıkça daha iyisini yazabileceğiniz bir çalışma. Şiir öyle değil. Elbette şiirde de yazdıkça deneyim kazanıyorsunuz. Ama bir akşam oturup şiir yazacağım deyince şiir yazamazsınız. Oysa ?bu akşam, romanı kaldığım yerden yazacağım? deyince yazarsınız. Şiir, bambaşka bir şey; büyülü, gizemli, derinlikli, sözcüklerin en yüceye durduğu yerdir şiir. Şiirin yerini hiçbir edebiyat alanı dolduramaz ve kıyaslanamaz. Onu tüm edebi çalışmaların ve yaratıların dışında ve üzerinde tutmak bir görevdir benim için. Her iki yazın türünün de kendi disiplinleri olduğunu belirtmiştik başta. Birini diğerinin yerine koymak değil, her ikisini de geliştirmek ve yaşatmak, bu ülkenin yarınına bir ışık huzmesi tutmak anlamını taşır.

Söyleşi: Ayhan Şahin

 

(Varlık dergisinin Mayıs 2017 tarihli sayısından alınmıştır.)

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.