Hayat, içinden çıkılmaz sandığımız dertlerle uğraşırken araya sıkıştırdığımız mutlu anları daha az hatırlayabildiğimiz hızla akıp giden bir zamandan ibarettir.
Nedense insanın aklına ilk gelen, en ağır ıstırabıdır. Yaşadığı ânı düşünürken herkesin kendine sıkça sorduğu soru ise, "Neden ben, bu bana reva mıdır?" sorusudur.
Bilmenizi isterim ki, bu sorunları yaşayacak olan en uygun kişi sizsiniz. Çünkü bir mevzunun sorun haline dönüştüğünü ancak muhatabı siz olunca görürsünüz.
Demem o ki, kendimizle ilgilenirken etrafımızda olan bitene karşı oldukça kaygısız, acı diye bildiklerimizi yaşarken ilgi bekleriz, başkalarının gözyaşlarını görmezden geliriz ve acılarına karşı duyarsızız.
Biz ne ara bu hale geldik; eskiden de böyle miydi memleket? Her gün okuduğumuz haberlerin büyük bir kısmının içeriği baştan başa rezalet! Vicdanlar eskimiş bir eşya gibi bir köşeye atılmış, merhamet denen duygu göz ardı edilip üç kuruş için satılmış.
Birilerinin işleri tıkırında yürür her ne kadar kötü olsa da ekonomimiz, zengine sahip çıkan çok olur, fakir yine bizim fakirimiz. Ülkede kıtlık baş gösterse biz soğanla ekmek yeriz, havyar yiyenler için yine gece gündüz çalışıp didiniriz. Dayanışma deyince biz, yavan ekmek yiyince biz, vergilerin ağır yükü taşınacak denince biz. Apartmanda bile birini yönetime seçerken birdenbire değerleniriz, seçimden sonra bulanıklaşır, fotoğraflarda bile görünmeyiz. Her birimiz bu durumun elbette farkındayızdır ama "başka kimse yok" diyerek yine mevcut yöneticiyi baş tacı ederiz. Asansör bozulur, üst katlara çıkmak zorlaşır, haşere olur dört bir yan, pislik kaplar köşe bucağı, ses çıkarmaz, yine sabrederiz.
Asıl mevzudan biraz uzaklaştığımın farkındayım. Zihinde karmaşa içindeki kavramlar çatışırken kalemin titreyerek yolunu bulması zorlaşıyor haliyle. Hayat diyordum ya, acı tatlı anların birleşerek bir ömrü var ettiği; o ömür ki dar olanı genişletirken genişi dar ettiği... İşte o aslında sağlıklı bir insana uzun gibi görünen kısacık bir zaman dilimidir gerçekte. Gençken bitmeyecek gibi gelen, yaşlandıkça azalan ve azaldıkça değerlenen... işte mesele onun kıymetini bilmekte.
Ardınızda bir iz bırakabilmenin gururu ve onurunu yaşarken hissedebilmek için tek bir şeye ihtiyacımız var kanımca: Merhamet!
Merhameti olanın para pulu olmasa da sahip olduğu en önemli şeyi vicdanıdır. Bir kişi şayet vicdanının sesini dinlemeyi biliyorsa insandır. Ortaya çıkarmak için vicdanınızı, çok fazla düşünmeyin cüzdanınızı, aç kalmadığınız müddetçe maddiyata çok fazla tamah etmeyin, her elinde hıyar olanın peşinden bir avuç tuz alarak seğirtmeyin.
Ara sıra iyilik yapın ki vicdanınızı kıpırdatsın diriltsin, yüreğiniz uyansın. Ruhunuz temizlensin, pirüpak olsun, yıkansın.