Kanadalı yazar Varol McKars ile sıradışı romanı 'Ateş, Su ve Aşk'ı, Hürriyet Gösteri dergisi için konuştuk.
Ayhan Şahin: Geçtiğimiz aylarda yayımlanan romanınız Ateş, Su ve Aşk, "gerçek" zaman ve mekânlarda geçen, içinde metafizik motiflerin de olduğu, destansı bir aşk hikâyesinin anlatıldığı bir roman. Bu romanı yazarken ana temayı ve kurguyu nasıl belirlediniz? Öncelikle romanın yazılma sürecinden bahseder misiniz?
Varol McKars: Bu romanı kurgulamamın epey uzun bir sürece yayıldığını belirtmeliyim. Belki de pek çok insanın bir tutkusu roman yazmak. Yazmanın, kendini ifade etmenin de son noktası roman bence. Ben aslında romana kadar uzanan yoldaki ilk adımları, daha geçen yüzyılın sonlarında, otomobil yazıları yazarak attım. Neredeyse çeyrek yüzyıl sonra bile otomobil yazılarımı sürdürüyorum. Kanada’da, yirmiden fazla markanın araçlarını test edip değerlendirme yazıları yazdığımız bir otomobil bloğunun (www.autoandroad.com) kurucusu ve yazarlarından biriyim.
Kanada’ya yerleştikten birkaç yıl sonra, Ankara Kitaplığı adlı organizasyonun öykü yarışmalarına katılarak önce üçüncü, sonra da birinci oldum. İlginç olan ise, birincilik ödülü alan öykümün odak noktası da otomobil, daha doğrusu bir dolmuştu. Bu yarışmalardan güç alarak, Nine Car Lives adlı ilk kitabımı İngilizce olarak ve otomobil öykülerinden derleyerek yayımladım.
Eski eşim Meltem’in teşvikleri ve sağladığı motivasyon da bu öyküleri yazmam ve ilk kitabımı yayınlamamda önemli bir rol oynadı. Ve sıra, roman için "kolları sıvamaya" geldi. Roman; kendi yaşam deneyimlerimin bir bölümünü, tanık olduğum ya da dinlediğim ilginç anılar ve bunları kurguyla harmanlamam sonucunda ortaya çıktı. Baba-oğul kadar yakınlaştığımız bir Kore gazisi olan Vahe Bedrossian’ın Japonya anılarından kendi yaşam deneyimlerime ve buradan süzülen duygu ve düşüncelere, yirmi birinci yüzyılın iz bırakan küresel olaylarından tümüyle hayal gücüme uzanan bir süreçle bu romanın kurgusunu oluşturdum. Bu süreç, romanı yazarken de devam etti. Ve romanı bitirdiğimde ortaya çıkan kurgu, ilk yazmaya başladığımda, planladığım kurgudan farklılaştı ve bence çok daha sürükleyici hale geldi.
A.Ş.: Ateş, Su ve Aşk'ta karakterler bir yandan gerçek mekânlarda büyülü bir biçimde dolaşırken, öte yandan farklı zaman dilimlerinde şaşırtıcı düşler görüyor: Tokyo'nun kalabalık caddelerinden Michigan'ın sakin kasabalarına, Toronto'nun ünlü CN Kulesi'nden Lubliyana'daki Tromostovye Köprüsü'ne değin karakterlere, yol boyunca anılar, sesler, suretler eşlik ediyor. Bu gerçeküstü anlatıyı yapmanızın nedeni, romanın içeriğine olan uygunluğu mudur?
V.M: Evet, içeriğe ve kurguya uygun olduğunu düşünüyorum. Romanın pek çok yerinde geriye dönüşler, geçmişi anımsamalar ve mekânlar arasında geçişler var. Bu zaman ve mekân hareketliliği, okuyucunun romanla daha çok bütünleşmesine yardımcı oluyor. Romanı analiz ettiğimizde şu katmanı da fark ediyoruz: Karakterlerin sadece gelecekle ilgili beklentileri yok, geçmişle hesaplaşma zorunlulukları da var. Bunu daha iyi ifade edebilmek için, bilinçakışı dediğimiz teknikten yararlanarak, kişilerin duygu ve düşüncelerini ve birbirinden bağımsız öykülerini tanıtmaya ağırlık verdim.
A.Ş.: On ülke ve otuzu aşkın mekânda geçen Ateş, Su ve Aşk, okuyucuları belki daha önce sadece adını duydukları, belki hiç bilmedikleri sokaklara, caddelere, şehirlere ve kültürlere doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Bu romanı, aynı zamanda dünyayı dolaşan bir gezi kitabı gibi okumak da mümkün sanki.
V.M.: Doğru. Bu da romanın ayrı bir boyutu gibi geliyor bana. Mekân çeşitliliği romanın akıcılığını ve temposunu artırıyor ve romanı aynı zamanda bir gezi kitabı olarak da okumayı kolaylaştırıyor diye düşünüyorum.
A.Ş.: Roman boyunca yeryüzünün çeşitli yerlerine dağılmış karakterlerin utanç ve pişmanlıkla şekillenen sırlarına tanık oluyoruz; ancak kimi durumlarda, gelecekte yaşanacakların öncülü sayılabilecek rüyalar ve kâbusların devreye girmesi, metni kaçınılmaz olarak esrarlı bir havaya büründürüyor. Küçük sırlar "bilinebilir" bir zeminde cereyan ederken, büyük sırlar ise romanı "bilinemez" bir düzleme çekiyor. Ne dersiniz?
V.M.: Tam da tanımladığınız anlatımı başarabildiğimi ümit ediyorum. Ateş, Su ve Aşk, sadece bir aşk romanı değil, aynı zamanda bir gizem ve gerilim romanı. Giderek hızlanan temposuyla, okuyucu, küçük sırları çöze çöze büyük sırlara doğru âdeta nefes nefese koşuyor. Farklı yönlerden gelen nehirlerin birbirine yaklaşarak ve birleşerek okyanusa akması gibi.
A.Ş.: Bilindiği gibi, her romanın temel bir iletisi olur. Peki, Ateş, Su ve Aşk'ı okuyanları, size göre nasıl bir ileti bekliyor; okurlar "aşk"la mı karşılaşacaklar, yoksa "mistisizm"le mi? Bir de roman sanatı ve tarihi açısından Ateş, Su ve Aşk'ı nereye koyuyorsunuz?
V.M.: Ateş, Su ve Aşk, okunası bir roman olarak edebiyat tarihinde kendine bir yer bulabilirse, elbette bundan gurur duyacağım. Romanımı net olarak bir kategoriye mal etmek bence pek doğru değil. Aşk, romantizm, gerilim ve mistisizmin bir karışımı, kategoriler arası bir roman demek daha doğru geliyor. Bence romanın temel iletisi, "aşkın ölümsüzlüğüne olan inanç".
A.Ş.: Romanın yayımlanışından bu yana okurların genel olarak ilgisi ve tepkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
V.M.: Bana ulaşan ya da yorumlarını öğrenme olanağı bulduğum okuyucularım, romanı çok akıcı ve sürükleyici bulduklarını ve özellikle, önce çok dağınık ve birbirinden kopukmuş izlenimi veren yan öykülerin finalde bir puzzle'ın parçaları gibi bir araya gelişini çok beğendiklerini belirttiler. Bir kadın okuyucum, romanı bitirdikten sonra finalin rüyasına girdiğini belirtti ki, bu bana çok ilginç geldi ve sevindirdi.
A.Ş.: Son olarak, küçük bir topluluğun Kanada'da kurduğu Ankara Kitaplığı'ndan bahsetmenizi istiyorum. Çok sayıda edebiyatçıyı davet ettiğiniz, öykü yarışmaları ve okuma günleri düzenlediğiniz bu kuruluşun son dönem yönetim kurulu başkanlığını da siz üstlendiniz diye biliyorum.
V.M.: Ankara Kitaplığı, 2000 yılında, bir avuç gönüllünün bir araya gelip mütevazı bir kitaplık kurarak, Türk dili ve edebiyatını diasporada yaşatmak için oluşturdukları, kâr amacı gütmeyen bir organizasyon. Ben de yaklaşık on yıl boyunca bu organizasyona önce gönüllü, sonra yönetim kurulu üyesi ve iki yıl kadar da yönetim kurulu başkanı olarak katkıda bulundum. Şimdiye kadar Türkiye'den misafirimiz olarak gelen onlarca yazar ve sanatçıyı Kanada'daki Türk toplumu ile buluşturduk. 20. kuruluş yılımız olan 2020 yılının tamamına yakını, tüm dünyada olduğu gibi pandemi koşulları altında geçti. Bu, aynı zamanda değişim için bir fırsat da oldu. Pek çok etkinliğimizi, sanal ortamlarda, Youtube, Instagram, Facebook gibi mecraları kullanarak gerçekleştirdik. Bu da teknolojiyi kullanma yeteneğimizi artırdı ve daha geniş kitlere ulaşmamızı sağladı.
(Hürriyet Gösteri)