KİTAPHaber Girişi : 12 Ocak 2018 14:59

Aramızdan ayrılalı 30 yıl oldu Doğu Çınarı: Cemil Meriç

Aramızdan ayrılalı 30 yıl oldu Doğu Çınarı: Cemil Meriç
Cemil Meriç, melekesine yetememekten bitap düşmüş gözleriyle, karanlığı didik didik edip düşünce dünyamızı aydınlatmaya ve bir doğu çınarı misali bizi, gövdesinin etrafında toplamaya devam ediyor

"Bir adamı tanımak için, düşüncelerini, acılarını, heyecanlarını bilmemiz lazım hiç değilse. Hayatın maddi olaylarıyla ancak kronoloji yapılabilir" der 101'ine yeni basmış Hüseyin Cemil! Kendisini ilk defa, zihnime o sıralar iki numara büyük gelmiş Bu Ülke'sini okurken, bir cümlesiyle, kimbilir kaçıncı sayfasında fark ettim: izm'ler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir! Tespiti, "peşimi bırakma" der gibiydi. İnsana, sahip olduğu ancak farkına varamadığı fikirleri müdanasız öğreten kaç aydın var ki... Meriç, fikir üstüne dahi fikirler üretirken idrak âlemindeki kapıları usulca açar, usulca kapatır. Diktelerden, sınırlamalardan ve keskin tavırlardan imtina etmesi, korkaklıktan değil, her düşünceyi akıl süzgecinden geçirerek sonuca varma arzusundandır; çünkü o tıpkı Mağaradakiler kitabında tabir ettiği gibi "şezlong entelektüeli" değildir. O, Doğu'ya da Batı'ya da hâkim bir mütefekkir, tek hakikatin her düşünceye saygı olduğunu şiar edinmiş bir fikir işçisidir!

GÖÇ HİKÂYESİ

Meriç, Dimetoka'dan Edirne'ye, Edirne'den Tırnova'ya, Tırnova'dan İstanbul'a ve en son İstanbul'dan Hatay'a göç etmiş bir ailenin ferdiydi. Uzun ve zorlu olan bu yolculuk dededen babaya, babadan oğula geçen bir miras gibidir sanki ve bu göç hikâyesinin ürünü olan 'şizofren baba'sı, 'mızmız anne'siyle 1916'da tanışır. Bir keşmekeşin içine doğan Hüseyin Cemil, okumayı çok erken yaşlarda amcasının kitaplarından öğrenir. Eski bir yargıç olan babasının, Reyhaniye'deki başka muhacirler gibi grup halinde olması yerine yalnızlığı tercih etmesine içerlenip "Neden kızı, karısı, oğlu yetmedi babama?", "Neden ölmeden önce ölmüştü babam?" diye sorgulaması da o yaşlarda başlar. Düşünce ve edebiyata hür bir tercih sonunda yönelmediğini söyleyen mütefekkir için zalim ve kıyıcı bir gerçekten kurtulmanın tek çaresi, reel dünyadan kitaplar dünyasına sığınmaktı. Bu kutlu ilticada ilk yol arkadaşlarıysa, kitaplardan sonra, dört derece miyop gözlüğüydü.

OKUR, OKUR, OKUR...

Kopamadığı bir yalnızlık duygusuyla artık İstanbul'dadır Meriç... "Şefkate susuz, hayata susuz. Koca şehirde yapayalnız. Dehasıyla yalnız, kültürüyle yalnız, ıstıraplarıyla yalnız" dediği İstanbul'da. Meriç'in bu şehirdeki hayatı sahaflarda ve eğitim gördüğüİstanbul Üniversitesi'nin kütüphanesinde geçer. Değil mi ki hocası Sabri Esat Siyavuşgil bir gün dersten sonra kendisine "Evladım senin bu derslere ihtiyacın yok. Sen okula gelme" deyince... Okur, okur, okur... Daima okur Cemil. Henüz 22'sinde Hatay hükümetini devirmekten hapse götürülürken el konulan 300 kadar kitabın acısını bir bir çıkartırcasına okur. Gitgide kötüleştiğini umursamadan, masasının üstüne koyduğu sandalyeye çıkıp, yanan ışığa daha da yaklaştığı gözleriyle, durmadan okur...

Elazığ'da Fransızca öğretmenliği yaparken de İstanbul Üniversitesi'nde Fransızca okutmanlığı görevindeyken de Cemil Meriç'in yaparken bahtiyar olduğu en büyük şey öğrencilerine evini, kütüphanesini açmak, onlarla tartışmak ve fikir telakkisinde bulunmaktı. "Önce havarilerini yaratacaksın. Havarilerini, yani hoparlörlerini" derken, fikir işçisi olmanın gerekliliklerini büyük bir tutkuyla yerine getiriyordu. Düşünmek; caddelerden dikenli, sarp keçi yollarına sapmaktı, ama zirvelere ana caddelerden çıkılmazdı. O, münakaşada yenilmenin zenginleşmek olduğu idrakiyle, ömrü boyunca hem talebe hem de hocaydı.

1954'te ışığı yanmayan bir merdivenin son basamağında yere düşen ve dışarı çıktığında, koskoca bir karanlıkla tanışan Meriç'in tüm tedavileri sonuçsuz kaldı. Artık kitaplar, rastgele kütüphaneden çekip orta yerinden açtığı, yüzünü içine gömdüğü bir sevgili gibidir ve karanlığı kabulleniş, yeni bir aydınlığın muştusudur, "Nemesis... Nemesis... Ey yıldırımlar gibi ulu çınarlara musallat tanrıça, ben ne erguvanlar içinde doğan bir Bizans prensiydim, ne gururuyla tanrıları kışkırtan bir Titan. Ama mademki yalnız uluları, yalnız mutluları damgalayan parmakların bana kadar uzandı, mademki beni de hışmına layık gördün, seni utandırmayacağım. Ya ölüm şarkılarımı boğacak yahut elimden aldığın dünyadan çok daha muhteşem bir kâinat yaratacağım"

GÖRMEYEN GÖZLERİYLE BARIŞTI

Sözünü tuttu ve artık görmez olan gözleriyle barıştı. Eşi Fevziye Hanım, kızı Ümit Meriç ve öğrencileri yardımıyla yazılar kaleme aldı. Bu Ülke, Umrandan Uygarlığa, Mağaradakiler, Kırk Ambar, Işık Doğudan Gelir gibi çok ses getiren kitaplar yazdı. Sosyoloji bölümünde dersler vermeye, çeşitli dergiler için yazı yazmaya devam etti. "Güzel de, iyi de insan icadı" dedi ve mucidi olduğu eserleriyle o hep içerlediği yalnızlığı, peşinden gelen onlarca insanın tuttuğu fenerlerle yırtıp attı. Ölüm geldiğinde, yaşamak Meriç için artık sadece şekil değiştirmişti.

Etiketler : cemilmeriç
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.