Gezgin olmayı sevdiğimden benim için yazı yazmanın zorunlu bir mekânı yok. Özellikle şiir yazarken bazen sahil kenarındaki bir park kanepesi, bazen bir vapur güvertesi, bazen kahvemi yudumladığım bir mekân kışkırtıcı olabiliyor.
Yürümek ise, tefekkür edebilmek için bana sonsuz bir zamanı sunuyor. Kafamın içindeki düşünceler birbiriyle çatışıyor, uzlaşıyor, farklılaşıyor. Bazen yeni fikirler doğuyor, bazen sorular cevapsız kalıyor ya da cevapların ucu belirsizliğe uzanıyor. Kuşkusuz yürürken kafamda oluşan düşünceleri yazıya dökmek için çoğu zaman evin içselliğine sığınıyorum.
Yedi yıl önce çok sevdiğim İstanbul'dan kaçıp Fethiye Yeşilüzümlü beldesinde yaşamaya karar vermiştim. İngilizlerin keşfettiği bu belde, Fethiye'den yirmi dakika kadar uzaklıkta, etrafı çam ormanlarını barındıran dağlarla çevrili yarı yayla yüksekliğinde bir yer. Yamaçta konumlanmış, bahçe içinde taş ve tahtadan yapılı bir salon, iki odalı bir evde yaşarken doğanın içinde olmanın, onun akışıyla birlikte başka canlıların farkına varıp onları izlemenin müthiş heyecanını yaşıyorum.
Evimde özel bir çalışma odam yok. Ama evin yaşanabilir her yanı okuma ve yazma isteği uyandırabiliyor. Evin girişinde bir kitaplık, oturma salonunda geniş bir kütüphane, üst boşlukta bir kitaplık, her odada bir kitaplık. Kitapları sığdırmak ancak böyle mümkün. Yazı yazma yerim, duvarları taş, tavanı sedir tahtası olan oturma salonundaki kütüphanenin karşısındaki masa. Üzerinde bilgisayarım ve yazımın konusuna göre, yığılmış çiçekler gibi bin bir renkli kitaplar.
Bir yandan kitaplara bakarken diğer yandan her pencereden gözüken dağları seyrediyorum. Bazen evin önündeki üstü kapalı, önü açık mekânda çalışırken Geyran Dağı beni seyrediyor.
Bachelard, içselliği olan evlere yaşanmışlık sindiğini, eşyanın ve kapıların kendine özgü sesler verdiğini anlatır. İçselliği olan evlerde gözetleme ve gösterme mekânı olan balkon değil, dokunmaya, koklamaya, oyuna ve diğer canlı türleriyle birlikte olmaya yer açan bahçeler, avlular vardır. İçselliği olan evlerde beğeni duygusu gelişmiş, bencillik denetim altına alınmıştır.
İçselliği olan evlere kuşlar yuva yapar, sarmaşıklar taş duvarlarla sarmaş dolaş olur, arılar çiçekler üzerinde dans eder, rüzgâr tohumları bahçeye taşırken kertenkeleler pencere aralığından içeri sızar.
Bahçe duvarında baykuş kelebeklerinin erkeğin ölümüyle sonuçlanan birleşmelerini, taş duvara yılanın değiştirdiği derisini bıraktığını, kırlangıcın evin duvarına yaptığı yuvayı onarıp yavrularını besleyip nasıl uçurduğunu, ağaçların baharda giysilerini giyip meyvelerini verdikten sonra yine nasıl çırılçıplak hale geldiğini görüp izlemenin imkânını veren ev; bana doğayla uyumlu olmanın, doğadaki devinim, akış ve yeniden doğarak yaratmanın coşkusu ve heyecanını sunuyor.
Gezgin olan benim için misafir olarak bulunduğum dünyanın bir küçük noktasındaki bu bahçeli ev sadece bir konaklama, doğayı duyumsama, yazma, sevgiyi ve özlemi çoğaltma mekânı. Bahçeden yeryüzüne bakmanın güzelliği yazı yazdığım masaya izdüşümünü bırakırken yazarak paylaşmanın yolunu da açmakta.
Gabriele D'Annuzio'nun "Çam Ormanında Yağmur" isimli şiiri, yazdığım ortamın duygusunu hissettiriyor:
"Dinle. Yağmur yağıyor
Parçalanmış bulutlardan
Yağmur yağıyor
Tuzlu, kuru
Ilgın ağaçlarının üstüne,
Yağmur yağıyor
Pullu ve dikenli çamların üstüne;
Yağmur yağıyor
İlahi mersinlerin üstüne,
Parlayan katırtırnaklarının
Sayısız yaprakları üstüne
Kokulu meyvelerle yüklü
Ardıçların üstüne
Yağmur yağıyor
Ormana benzeyen yüzlerimize
Yağmur yağıyor"
Ümit Kardaş