Kimin daha fazla yer kapladığını sağımı solumu kontrol ederek göz kararı anlamaya çalıştığımda, sol yanımdaki adamın daha fazla yer kapladığını fark ettim. Sola doğru ani bir kalça hareketi yaparak onu rahatsız ettim. Gözlerini zorlayarak açtı, neler olduğunu anlamaya çalıştı. Oturuş şeklini değiştirip tekrar gözlerini kapadı. Anlamıştım: Tilki bayıltması yapıyordu.
Sağ tarafımda ise genç bir çift oturuyordu. Devamlı fısıldaşıyorlardı. Ne anlattıklarını merak etmiştim, onlara doğru hafifçe eğilip daha yakından dinlemeye çalıştım; konuşmalarından hiçbir şey anlayamadım. Demek ki hiç kimsenin duymasını istemedikleri konulardan bahsediyorlardı. Genç kız aniden erkek arkadaşının yanağına abartılı ve sesli bir öpücük kondurdu. Bu kocaman öpücük sessizliği bozmuştu. Öpücük sesinin yüksekliği ve tarzı, bunun bir ödül öpücüğü olduğunu düşündürttü bana. Ön koltukta oturan üç kişi ani bir hareketle arkasına döndü, merakla 'neler oluyor arka koltukta' diye bakanlar birbirlerine bakarak gülüşüp tekrar önlerine döndüler. İki kel kafalı ve saçı meçli olan bir kadın, bu öpücükle ilgili bir şeyler konuştular aralarında.
"Çok ayıp ama!" dedi birisi.
"İçinden geldiği gibi davrandı. Ne olacak ki bir öpücükle?" diye cevapladı kadın.
Fenerbahçe stadının yanına geldiğimizde ücret ödeme faslı başlamıştı.
Bir genç kız, "Ne kadar?" diye seslendi.
"Üç lira hanımefendi," dedi şoför.
En arka koltuktaki grubumuz arasında da para alışverişi oldu. Yol ücreti olarak yirmi lira hazırlamıştım. İlk parayı vermeye hazırlanan kişi genelde bu işi organize etmek zorunda kalır. Paramı iletmeye çalıştığımı fark ettikleri anda kendi ücretlerini de göndermem için herkes parasını bana uzattı.
Sol tarafımdaki adam, elime, "Bir kişi!" diyerek üç lira tutuşturdu. Sağ yanımdaki genç kız ise, "İki kişi!" diyerek on lira uzattı. Bana uzatılan bu paraları tek tek, bir önümdeki kişiye ileri göndermesini söyleyip işin içinden sıyrılmak varken sorumluluğu üzerime alıp, arka koltukta oturanların hesap işini de tek elde tamamlayıp göndermek istedim.
Genç kıza, "Bir liranız var mı?" dedim.
"Olması lazım," dedi.
Çantasının fermuarını yavaşça ve dikkatlice açtı, sağ eliyle çantasını karıştırdı. Cüzdanını el yordamıyla ararken bulamamıştı. Çantasının ağzını iyice araladı, kafasını içine soktu. İlk arayış başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Çantayı dizine oturttu iyice, sağ elini içine doğru tekrar saldı. Eliyle onlarca kez tur attırdıktan sonra cüzdanını çıkardı. İçinden bir lira uzattı, "Buyurun," dedi yüzü kızararak. Kadınlar, çantalarında bir şeyler ararken bunun uzun sürmesi durumunda nedense hep mahcup olurlar.
Ben ise genç kıza ceplerimi karıştırarak bulduğum beş lirayı verdim.
Elimdeki yirmi lirayı bir öndeki kel adama seslenerek uzattım:
"Dört kişi uzatır mısınız?"
"Neresi?" diye sordu.
"Taksim," dedim.
Sekiz lira para üstü geldi. Küçük bir hesap daha yapmak zorunda kaldım. Gelen paranın üstüne elimdeki paraları da ilave ettiğimde hesabım doğruydu. Bunca karışık hesaplaşmadan sonra para alışverişimizin benim için kayıpsız neticelenmesi beni mutlu etmişti. Çünkü en büyük para, benim paramdı. Minibüste verilen büyük paralar her zaman risklidir, bugün de en büyük risk bendeydi. Para üstünün başkasının cebine girdiğine dair çok hikâye duymuştum, siz de buna birçok kez tanık olmuşsunuzdur. Bir süre parayı cebime koyamadım, elimde tuttum; çünkü arka dörtlüdeki para alışverişi ve hesaplaşma uzun sürmüştü. İtiraz edebilirlerdi ve bu itiraza elimdeki parayı göstererek anında cevap verebilirdim.
(Devam edecek.)
Levent Yetkin