Henüz sizi tanımayan dinleyiciler için, Tahir Palalı kimdir; bize kendinizden bahsedebilir misiniz?
Londra'da yaşıyorum. Alevi kökenliyim ve bu kültürün sütunlarından biri olan bağlamayı çocuk yaştan bu yana çalıyorum. Deyişler ve nefesler icra etmeyi tercih ediyorum daha çok. Müzik dışında Londra'da film ve televizyon sektöründe çalışıyorum, görsel efektler ve animasyon dalında uzmanlığım var. Zamanımın çoğunu işte geçiriyorum bu sıralar. Tahir Palalı şimdilik budur ama zaman zaman değişiyor. Müzikten başka ilgi duyduğum birçok alan var.
Çocuk yaşta Maraş'tan ayrılmışsınız. O günlerin müzik kariyeriniz üzerindeki etkileri neler oldu?
Nurhaklıyım, yaklaşık 10 yaşlarına kadar Nurhak-Elbistan arasında gidip geldim. Bağlamayı ağabeyim, babam ve dayılarım çalardı; ben de onlara bakarak öğrendim. Etrafımda herkes bağlama çalıp söylerdi, benim de çalmama gibi bir lüksüm olmadı. Kimse dayatmadı ama istemesen de öğreniyorsun zaten.
Çocukluğumda çok ceme gidilirdi. Ben de çok seve seve gitmezdim, onu hatırlıyorum, ama Alevi kültürünü almak için ceme gitmen de gerekmiyordu o yaşta. Nurhak'ta herkes Aleviydi, herkes saz çalıp söylüyordu. Elbette bunun büyük etkisi olmuştur bugün icra ettiğim eserlerde.
Önemli olan, köy havasını solumak aslında, fakat tek etken ya da en önemli etken bu değil. Kafa yorup rock müziği öğrenip yapsam ya da blues, bu albümde insanların aldığı hissiyatı, samimiyeti orada da alırlar diye düşünüyorum. Deyişlerle alakası olmayan bir konu üzerine senaryo yazıp film çeksem, belli bir kalite seviyesinin üzerinde bir çalışma yapabileceğimi düşünüyorum.
Nurhak değil de dünyanın öbür ucunda geçseydi çocukluğum, birilerine hitap edecek, farklı bir çalışma yapabilecek bir insan çıkardı ortaya yine de; ama deyiş çalıp söylüyor olmam Nurhaklı olmamdan kaynaklı, ailemden kaynaklı, bu inkâr edilemez.
Prodüktörlüğünü Erkan Oğur'un yaptığı 2015 çıkışlı O albümünüz hakkında konuşalım biraz. Batıni düşünce dünyasının bir yansıması olarak O'nun hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?
Albüm 5 yıllık çalışma sonucu çıktı ortaya. İşten sonra vakit buldukça kayıtlar yaptım. Kayıt yapmayı öğrenmek için bir şeyler çalıp kayıt etmeye başladım evde, zamanla kayıtlar gelişti, kendimi geliştirdim ama albüm çalışması olarak görmedim son ana kadar. Kayıtları Erkan Oğur'a dinlettim, çok beğendi, katkıda bulunmak istedi. Hayranı olduğum bir müzisyenle birlikte çalışma yapmak, benim için harikulade bir olay tabii ki; bu müzisyen Erkan Oğur olunca da iş bayağı bir ciddiye biniyor.
Erkan Hoca'nın da yönlendirmesiyle kayıtlara devam ettim. Sürekli sadeleştirmemi istedi benden. Kayıtları Londra'da evde yapıp albümü çıkardığımız MMT şirketinde görevli olan Sertaç'a gönderiyordum, Sertaç da Erkan Hoca'ya dinletiyordu. Albümün bu kadar sade olmasının sebebi Erkan Oğur. Elimden tutup birebir yönlendirmedi 'şurada bunu çal' falan diye, sadece beni zorladı sade olsun diye.
Albümdeki eserleri bilinçli bir şekilde seçmedim, Batıni deyişler olsun diye bir şart koşmadım kendime. Albüm süreci sırasında kendi dünyamda arayışlar içinde oldum. Okuduğum, dinlediğim, gözlemlediğim, düşündüğüm şeylerin yansıması oldu O albümü. Batıni deyişler, hakikati sorgulayan düşünce benim için bir tarz değil, yaşam biçimidir.
Tabii ki albümün bir bütünlük taşımasına özen gösterdim, iç kapakta kullandığım fonttan klipteki ışıklandırmaya kadar her şeyin bir bütün olmasına özen gösterdim. Her şeyi ben yaptım, Erkan Hoca'nın perdesiz gitarı ve Çiğdem Aslan'ın söylediği eser dışında albümde çalınan bütün enstrümanlar, bestelerin birçoğu, kayıtlar, mix, mastering, albüm kapağı, klip ve albümün matbaaya gönderiminden dijital dağıtım yüklemelerine kadar her şeyini ben yaptım. Şirket adına YouTube videolarını bile ben yükledim. İyi de olduysa, kötü de olduysa tek sorumlusu benim yani. Böyle olunca bir bütünlük oluşuyor.
O'yu benzerlerinden ayıran 'o' şey nedir?
Her müzisyen kendi albümünü diğerlerinden farklı görür. Herkesle aynı şeyi yapacağım diye yola çıkmaz diye düşünüyorum. O yüzden bu sorunun doğru cevabı bende yok maalesef, dinleyicinin takdiri.
Yeni bir albüm hazırlığı var mı?
Şimdilik ciddi bir çalışma yok ama ilerde vakit bulabilirsem Çiğdem Aslan'la dinletilerde seslendirdiğimiz eserleri kaydetmeyi düşünüyorum.
Günümüz Türkiye'sinde sadece müzik alanında sürdürülen çalışmalarda değil, genel olarak kültür-sanat dünyasını etkisi altına alan popülerlik kaygıları konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bu konu üzerine çok kafa yormadım, eminim bu konu üzerine yazıp çizmiş ustalarımız vardır; ama benim fark ettiğim, Türkiye'de birçok sanatçının egosu çok yüksek. Ne kadar popülersen egon da o kadar yüksek oluyor; bununla paralel olabilir diye düşünüyorum.
Popüler işler yapmak da bilgisizlik ve eğitim şartlarıyla alakalı sanırım. Farklı bir şey yapacağım diyen, yurtdışında hiç zaman geçirmemiş olan bile Batı'dan ilham almaya çalışıyor. Ben köyde yaşamadan, o dedelerin elini öpmeden, toprağı koklamadan deyiş albümü yapmaya çalışsam, İstanbul şivesiyle, bağlama kursundan notayla öğrendiklerimle aynı duyguyu yansıtabilir miyim?
Herkes bildiğini yapıyor sonuçta, bunun dışına çıkamıyor. Ezberci bir eğitim sisteminde yetişmiş bir insandan çok yaratıcı olmasını beklemek haksızlık olur.
Çalışmalarınızı sürdürürken, konserleriniz sırasında güç odaklı ya da siyasi iktidarın kendisinden kaynaklı bir baskı veya sansürle karşılaşıyor musunuz?
Türkiye'de hiç dinletim olmadı, yurtdışında oluyor dinletiler, o yüzden böyle bir dert yaşamadım şimdilik.
Seslerin, yorumların, enstrüman seçimlerinin aynılaştığı bir dönemde geleneksel icra yolunu benimsediniz; neden?
Çok da geleneksel değil aslında. Kullandığım enstrüman dedelerin kullandığından biraz değişik; arpejler yapıyorum tembur ayarında, tef kullanıyorum, perdesiz gitar var. Sadece kimsenin gözüne sokmadan yaptığım için geleneksel tınlıyor demek ki. Erkan Oğur sayesinde albüm sadeleşti ama ondan önce de piyasada gördüğümüz kadar çok karmaşık bir şey yoktu. Bu bir seçim değil, dinlemeyi sevdiğim müzikleri yapıyorum. Herkes bunu yapıyor, ne duymak istiyorsa onu çalıyor. Ben bir aşama daha katıyorum; bir deyiş kaydı yaptığımda, "Âşık Veysel ya da Nesimi Çimen bunu dinler miydi? diye soruyorum kendime. Dürüst bir şekilde cevabım 'evet'se o zaman gönlüm rahat oluyor.
Arada deneysel şeyler de yapmak lazım tabii ki, her müzisyen kendini ifade etmekte serbest. Benim de kafamda deneysel şeyler var, bir sonraki albüm tamamen farklı olabilir. Deyiş albümü olmayabilir, Türkçe bile olmayabilir, ya da kendi ismimi kullanmadan farklı bir kimlikle farklı şeyler yapabilirim, ama ne olursa olsun bilinçsiz olmamasına dikkat ederim diye düşünüyorum.
Albümde Batılı izleri sürmek de mümkün, ancak Batılı enstrümanlara rastlamıyoruz. Bu tercihin sebebini öğrenebilir miyiz?
Perdesiz gitar var, Erkan Oğur iki eserde eşlik etti, ben de bir eserde az bir şey çalmayı denedim. Onun dışında gerek görmedim sade albüm olsun diye. Batı enstrümanlarına bir kastım yok ya da türküde ya da deyişlerde bu enstrümanlar kullanılmaz diye bir düşüncem yok. Kullanan kişiye göre değişiyor, eserin dinamiğine göre değişiyor. Bilinçsiz bir şekilde kullanıyor çoğu müzisyen, sonra sorunu Batı enstrümanında sanıyoruz. Dede sazı rock müziğinde kullanılırsa rock müziği bozulur mu? Bilinçli müzisyen yerinde kullanırsa sırıtmaz, aksine güzellik katar bence.
Müziğinizin doğası hakkında belli bir öngörünüz var mı; çalışmalarınızla hedeflediğiniz şey nedir?
Müziği yemekle karşılaştırırım hep; yemek yapmaya benziyor. Yöresel yemekleri o yörenin insanından yemeniz lazım mesela. Müzik de böyle. Geleneksel ya da yöresel bir müzik yapacaksanız oranın toprağıyla bütünleşmeniz gerekiyor bence. New York'ta yaşamadan televizyonda izlediklerinizle New York'ta geçen bir roman yazsanız ne kadar inandırıcı yazabilirsiniz? Müzikte de her şeyde olduğu gibi belli bir yetkinlik gerekiyor; yaptığın şeyi bilmen gerekiyor, bastığın notayı hissetmen gerekiyor.
Bunlar bir yana, her müzik yapan da tamamen böyle kaygılara girmemeli. Yemek yaparken lezzetli bir şey yapmaya özen gösteririz elbette ama her seferinde şaheser yapma kaygısı olursa yemek yapmayı bırakırız. Benim en önemli şartım, kayıtlarda da sahnede de, az önce söylediğim gibi, öncelikle dinlemeyi sevdiğim müziği icra etmek. Meçhuli Baba'nın deyimiyle, "Âşığın sözü kendisini yakmazsa karşıdakini ısıtmaz." Yani yaptığın yemeği sen yiyemiyorsan karşıdakine sunma.
Yeni nesil müzisyenler politika konuşmaktan kaçınıyorlar. Size sorsak, Türkiye'nin bugünü ve geleceği konusunda neler söylemek istersiniz?
Politika konuşacak bir platform yok ki. Politika yok yani. Çok sıkıcı şu anda Türkiye'de politika, gençlerin dikkatini ya da ilgisini çekebilecek bir lider yok.
Maalesef ben de daha önce söylenmemiş bir şey söyleyemeyeceğim ama ne desem boş. Yurtdışında yaşıyoruz, Türkiye'de baskı altında, sürekli stres ve korku içinde yaşamanın nasıl olduğunu bilemeyiz. Yakın bir gelecekte değişme görmüyorum. Ülkeyi yönetenlerle alakalı bir durum değil. Onlar gelip geçer ama ülkede yaşayanların kafa yapısının değişmesi çok uzun süre alabilir.
Önümüzdeki günlere dair bir etkinlik takviminiz var mı?
Türkiyede yok, Londra'da birkaç tane etkinlik olacak. Dinleti tarihi yaklaştığında Instagram sayfasından bildirim yapıyorum.
Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
Söyleşi: A. Arslan
25.10.2018 23:42:00