Ben bir kara cahilim...
Etrafımda olan biten hiçbir şeyi anlayamıyorum.
Sorular kafamın üzerinde uçuşuyor; kelimeleri birleştirip uygun bir soru cümlesi kuramıyorum.
Neden? veya Nasıl? ile başlıyorum bazen.
Kim? diye soruyorum özneyi bulmak için, çıkmıyor ortaya bir türlü firari deyyus; bulamıyorum.
Yüklemler hep aynı kapıya çıkıyor.
Nesneler hep aynı yoldan geçiyor.
Kimseler bilmiyor, görmüyor.
Niçin herkes birbirinin kuyusunu kazıyor?
Nasıl kıyıyor insan insana?
Kim belirliyor insanın değerini?
Aklımda deli deli sorular...
Kapı komşum varlığımdan habersiz; selam veriyorum, kim olduğumu düşünüyor suratına sahte bir gülümseme yerleştirirken. O kadar sahte ki, yapamıyor, suratına da yakışmıyor, uymuyor.
Selam veriyorum yoldan gelip geçene, deli olduğumu düşünüyorlar, selamımı kimse almıyor. Bu insanları bu hale getiren ne? Neden bu kadar güvensiz ve temkinliler? Bizim köyde selam almayanı döverlerdi yahu!
Sevimli bir çocuk görünce sevmeye korkar mı insan?
Komşunu nasıl tanıyamıyorsun be adam?
Ne güzel dostluklar vardı oysa bir zamanlar; gel deyince gelinir, öl deyince ölünürdü. Öyle bir sevilirdi ki, bugün aynı şekilde sevsen, adın çıkar da yedi düvele nam salarsın.
Velhasılıkelam: Sevmeyi yitirdik biz!
Barışın özü sevmektir oysa. Kuru kuru barış olsa ne yazar?
Sağ-sol diye ayrıldık, mezhepler birbirini düşman belledi, memleketini sorar olduk ilkin tanıştığımız insanın. Ocu bucu diye bakmaz olduk en yakın akrabamızın yüzüne.
Seni seviyorum, der demez, sevgiye başka anlamlar yükleyen bir nesil çıkardık ortaya elbirliğiyle.
O kadar kesinleşmiş ki sınırlar, o kadar kalın örülmeye başlanmış ki duvarlar; bir adım yaklaşmak için Ferhat olmak gerekiyor.
Kıyafetlere bakarak beynini okumaya başladık insanların. Üniforma gibi görür olduk bez parçalarını. İnternet üzerinden kutlar olduk kardeşlerimizin doğum gününü. Gülen surat, ağlayan yüzler girdi lügatimize...
Biz ne ara bu hale geldik?
Aklımda deli deli sorular...