PARADİGMA Haber Girişi : 22 Ağustos 2018 01:14

Mikro arzuların coşkusu

Mikro arzuların coşkusu
Yaşamın can sıkıcılığı, günlük yaşam, eskiden küçük burjuva olarak kınanan, iğrenç ve (cinsellik de dahil olmak üzere) apolitik olan her şeyin ön plana çıkması, tarih ve politikayı soyut bir olaylar bütünü olmaya doğru itmektedir.

"Hipersimülasyon" aracılığıyla bütün modelleri yansıtan kitle (mizahın içkin bir biçimi olan "hiperuyumluluk" aracılığıyla), onları yok edebilecek bir güce sahip "simülasyon"un hem öznesi, hem de nesnesi olmak gibi ters bir işi başarmıştır. Kitleyi, kitle iletişim araçlarının dışında bir yerde aramak boşunadır.

 

Kitle: Bir özne, bir özneler grubu ve bir nesne olmama tersliğini başarmıştır. Onu gerçek ya da mitik bir özneye dönüştürmek için girişilen tüm çabalar boşunadır. Onu bir nesneye dönüştürerek, işlenmiş bir malzeme gibi inceleme ve çözümleme amacını güden tüm çabalar, nesnel yasalar uyarınca tam tersine, kitlelerin güdümlenemezliği gerçeğine ya da kendilerinden korkulan unsurlar, ilişkiler, yapılar ve bütünler gerçeğine çarpmaktadır. Denenen tüm güdümleme girişimleri sonunda kitlenin içinde boğulmakta, emilmekte, yolundan çevrilmekte ve başka bir şeye dönüştürülmektedir. Onun neyi, nereye doğru sürüklediğini söyleyebilmek imkânsızdır. En akla yakın çözüm, tüm güdümleme girişimlerini atlatarak sonsuza açılan bir dönem içinde tükenmeye başladığıdır. Hiçbir çözümleme bu darmadağınık, merkez dışı, moleküler gerçekliği açıklayamaz. Çünkü son aşamadaki "öz" çözümlemesinde nesne kavramı buharlaşıp yok olmaktadır. Böylelikle ortada açıklaması yapılacak bir nesne olmadığı gibi, bu açıklamayı yapabilecek bir özne de yoktur.

 

Kitle kavramı bu durumu "toplumsal kavramı" için de geçerli kılmaya çalışmaktadır. Toplumsal da artık nesnel bir şekilde açıklanamaz (ya da politik terimlerle söylemek gerekirse artık temsil edilemez). Çünkü kendisini açıklamaya çalışan herkesi ortadan kaldırmaktadır (ya da yine politik terimlerle söylemek gerekirse kendisini temsil edebileceğini sananları yok etmektedir). Bütün bunları ancak sondajlar ve istatistikler aracılığıyla saptayabiliriz. Oysa bu sondaj ve istatistik büyüleriyle, meteorik olarak adlandırılan alışkanlıkların gerçek nesneleri yoktur. Özellikle de açıklamaya çalıştıkları kitleler onların çalışma alanı içinde değildir. Yaptıkları tek şey eksikliği kolay kolay bağışlanamayacak olan bir kitle hayali yaratmaktır. Bu hayali ise önceden bilinen yanıtlar, sözümona kitleyi ve arzularını belirleyen bir kapalı devre gösterge sistemi aracılığıyla "üretmektedir". Devingen, güdümlenebilmeleri için anında üretilen, sonuçlarına yer değiştirtilebilen göstergeler –işte bunlar sondajdır–. İstatistiklerin üzerinde kol gezen derin belirsizlik herkes tarafından bilinen bir olgudur (olasılık hesaplarıyla, büyük sayılarda da bir belirsizlik olduğu ve madde kavramındaki "devingenliğin" herhangi bir "nesnel yasa" kavramına uymasında güçlükler çıktığı herkes tarafından bilinmektedir).

 

Pozitif olduğu söylenen bilimlere özgü deneylerin bile, sondaj ve istatistiklerde kullanılan yöntemlerden daha inandırıcı olduğunu söyleyebilmek oldukça güçtür. Kodlanmış ve yönlendirilmiş bir "nesnel" sorgulama biçimi hangi alanda olursa olsun, bu kısır döngüden kurtulamayan bir doğruya saplandığı gibi amaçladığı konuyu da ortadan kaldırabilmektedir. Dünyanın nesnel belirsizliği konusundaki bu kararsızlık her tarafa yayılabilir. Doğa bilimlerindeki maddeyle, cansız arasındaki ayrım istatistik ve sondajlardaki kitleyle canlı "toplumsal" arasındaki ayrımın aynısıdır. Bilimlere gelince onlar da aynı işaret ve aynı umut kırıcı yanıtları göndererek son aşamada kitleler gibi her türlü tanımlamadan kaçmak istemektedirler.

 

Gerek "madde" gerekse bilimin ele aldığı tüm konularda müthiş bir ironi vardır. Tıpkı susan kitlelerde olduğu gibi. Kitlelerin istatistiklerde ortaya çıkan yanıtları, sorulan sorulara o kadar uygun düşmektedir ki, Hegel'in sözünü ettiği kadınlık ironisini anımsatmaktadır. Yalancı bir sadakat, aşırı bir bağlılık; sonuçta, ölümsüz Aslan Asker Schweik örneğinde olduğu gibi kendisini yöneten yasalara sıfırı tükettiren bir edilgenlik ve boyun eğme simülasyonu.

 

Sözcüğün yazılı anlamında (bir düşsel çözümler biliminin) patafizik bir simülasyon bilimine dönüştürülerek, oradan da nesnel, evrensel yasaları ve onları kendilerine göre yorumlayan çılgınlarla birlikte yaşanan dünyanın "hipersimüle" bir açıklamasına gönderecektir. Kitlelerdeki bu bilinçsiz mizah gücü bizi toplumsal denilen metafizik beladan kurtararak bir patafiziğin içine sokacaktır.

 

Oysa bu düşünce şimdiye kadar açıklanmış tüm gerçeklik süreçlerinin tersini söylemektedir. Bu belki de bir anlam yanılsamasıdır. Bilim adamını, maddenin ya da canlının "nesnel bir şekilde" yanıt vermediğine inandırmak güçtür. Ya da sorduğu sorulara aldığı aşırı nesnel yanıtlar karşısında kuşkuya düşmesi beklenemez. Çünkü böyle bir varsayımın saçma ve üstünde durulmaya değmez bir şey olduğunu düşünecektir. Zaten o bilim adamının başka türlü düşünemeyeceği ve bunu hiçbir zaman yapmayacağı kesindir. O sorularından ve yanıtlarından memnundur.

 

Aynı varsayım her yerde geçerlidir, bu herkesin bildiği inandırıcılık aksiyomudur. Reklamcı, insanların, üretmiş olduğu reklamlara inanmadığına inanmak istemez –en alt düzeydeki minimum bir olasılık bile olsa mesajın amacına ulaştığını ve anlamının çözüldüğünü düşünmek ister. Bu alanda hiçbir kuşkuya yer yoktur. Mesajın alıcı üstündeki yansımasının sıfır olduğu gerçeği ortaya çıktığı anda reklam kurumu o anda yok olacaktır. Çünkü yaşamı kendi kendine tanıdığı yaşama hakkıyla belirlenmiştir (bilimin nesnel dünyaya yaklaşımı da benzer bir yaklaşımdır). Reklamcı ters varsayımının geçerli olabileceği o korkutucu düşünce yüzünden reklam mesajlarının hiçbir zaman için alıcıya bütünüyle varamadıklarını, izleyicinin bu boşluğa yansıyan içerikler arasında bir ayrım yapamadığını ve iletişim aracının yalnızca bir zaman geçirme, eğlendirme ve büyüleme rolü oynadığını bir türlü kabul edemez. McLuhan'ın peygamberce lafı: MEDIUM IS MESSAGE, içinde yaşanan bir türlü kitle iletişim araçsal "cool" kültürel evreyi kapsayan tipik bir formüldür. Bu evre özden yoksun bir "etherin" bütün mesajları uyutup, nötralize ettiği, anlamı dondurduğu bir evredir. Eleştirel düşünce değerlendirmekte, seçmekte, ayrımlar üretmekte ve anlam konusunda bir seçim yapmaktadır. Buna karşın kitleler hiçbir seçim ve ayrım yapmadıkları gibi aldırmazlık/duyarsızlıktan başka bir şey üretmemektedirler –aracın büyüleme gücünü mesajın eleştirel boyutuna tercih etmektedirler. Çünkü büyülenmenin anlamla bir ilişkisi yoktur. Büyülenme anlamdan yararlanmamayla doğru orantılı bir durumdur. Araç yararına mesajın ve simülasyon yararına doğrunun nötralize edilmesiyle sağlanır. Kitle iletişim araçları işte bu düzeyde iş görürler. Onların ilkesi büyülemedir. Anlama karşı giriştikleri şiddetli saldırı; iletişimin başka bir iletişim biçimi yararına anlama karşı giriştiği olumsuzlayıcı saldırı. Hangisi?

 

Anlamın yararlandığı aracın dışında kalan ve iletişimdeki yoğunluğun anlam tarafından yutularak çökmesiyle sonuçlanacak bir iletişim biçimi bize göre olanaksız bir varsayımdır. Çünkü hoşa giden şey ne anlam ne de aşırı anlamlılıktır. İnsanı büyüleyen şey anlamın nötralize edilmesidir (Witz, nüktenin gerçekleştirdiği işlem, Bkz. Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm'ün içinde). Bu nötralize etme işiyse bir ölüm güdüsü tarafından gerçekleştirilmemektedir. Çünkü bu durumda yaşamın bir anlamı olacaktır. Oysa tam tersine bütün bunlar gönderene, mesaja ve her türlü dilbilimsel kategorilendirme girişimlerine karşı bir alerji, bir meydan okuma ve sonunda göstergenin büyülenme içinde kaybolması yararına inkâr edilmesiyle sonuçlanmaktadır (artık ne gösteren vardır ne de gösterilen. Anlam kutupları emilip yok edilmiştir). Hiçbir anlam bekçisi bunların farkında değildir. Anlam ahlakı büyülemeye karşıdır.

 

Politika adlı çember de bir inanılabilirlik varsayımı üzerine kurulmuştur. Bu varsayıma göre kitlelerin eylem ve söylevlere karşı geçirgen oldukları, bir görüşe sahip oldukları ve sondajlarla, istatistiklere ait somut veriler oldukları söylenmektedir. Çünkü politikacılar ancak bu verilerin varlığına inandıklarında, politikanın varlığına inanabilmektedirler. Oysa politika uzun bir süreden bu yana yarı sportif yarı eğlendirici bir özel eğlence programına dönüşmüştür (Amerika'da seçimler sırasında çekilen piyangolar ya da seçim akşamları yayınlanan radyo ve televizyon programları). Bütün bunlar eski, komik ve büyüleyici töresel güldürüler biçiminde yapılmaktadır. Halkın gözünde seçimler çoktandır bir televizyon oyununa dönüşmüştür. Politikaya yataklık eden televizyon oyunları sonunda politika sahnesi ve oyunlarını teatralleştirerek intikam almaktadır. Halk yalnızca seyircidir. Maç, film ya da çizgi roman politika için birer örnek algılama modeline dönüşmüşlerdir. Eve getirilmiş bu sinemada insanlar kendi kişisel görüşlerindeki değişiklikleri günlük sondajlarla eğlenerek izlemektedirler. Çünkü burada da sorumluluk almayı gerektiren bir durum yoktur. Gerek politik gerekse tarihsel açıdan kitlelerin hiçbir zaman bilinçli sayılabilecek bir yönteme başvurmadıkları görülmektedir. Onlar her zaman sorumsuzluğu seçmişler ve her zaman aptalcasına ölmüşlerdir. Bu politikadan kaçmak değildir. Bu toplumsallaşmanın, politikanın, kültürün başını çeken kastla; biçimsiz, kalıntı değerine sahip, anlamsız yığın arasındaki onarılmaz karşıtlıktır. Bir taraf sürekli olarak anlamın egemenliğini kusursuzlaştırmaya, bu alanda yatırım yaparak toplumsalı anlamlı kılmaya çalışırken; diğeri bütün bu anlam oyunlarına yön değiştirtmekte ve onları nötralize edip, alaşağı olmalarını sağlamaktadır. Bu kavganın bir galibi olduğunu söyleyebilmek o kadar kolay değildir. Çünkü bu kavganın bir benzeri tarihsel olanla günlük olan, kamusalla kişisel dünya arasında da vardır. 1960'lı yıllara kadar tarih sesini yükselterek kendini zorla kabul ettirmiştir. Kişiye özel ve günlük olansa politikanın karanlık yüzünü oluşturmaktadır. İkisi arasında olsa olsa diyalektik bir ilişki bulunduğunu ve bireysel gibi günlük olanın da tarihin ötesine geçip, evrensele ulaşarak bir çiçek gibi açabileceği düşünülebilir. O günlerin gelmesini beklerken kitlelerin kendi evlerine kapanması insanı üzebilir. Tarihi, politikayı ve evrenseli yadsımaları ve aptalca bir tüketim sürecinin günlük sorunları arasında yitip gitmeleri (iyi ki çalışıyorlar, iyi ki bu çalışma onların bilinçlenmelerini beklerken, kendilerine "nesnel" bir tarihi konum sağlıyor) ancak üzücü olabilir. Oysa bugün tarihin sesi kesilmiş, soluğu çıkmaz olmuştur. Çünkü artık günlük olaylar seslerini çıkartmaya başlamıştır. Günlük yaşamdaki can sıkıntısının, tarihin anlamsız yönünü oluşturmadığı düşünülmeye başlanmıştır –daha iyisi özel yaşamın kendi üstüne kapanması politikaya bir meydan okuma anlamına da gelebilir ve politik güdümlemeye karşı etkin bir direniş biçimi olarak gösterilebilir. Roller değişmeye başlamıştır. Yaşamın can sıkıcılığı, günlük yaşam, eskiden küçük burjuva olarak kınanan, iğrenç ve (cinsellik de dahil olmak üzere) apolitik olan her şeyin ön plana çıkması, tarih ve politikayı soyut bir olaylar bütünü olmaya doğru itmektedir.

 

İnsanın gözünü korkutan korkunç bir varsayımdır bu. Çünkü buna göre depolitize edilmiş kitleler politikanın gerisinde değil, ilerisindedirler. Özel yaşam, ismi konulamayan şeyler, günlük olaylar, anlamsızlıklar, küçük ayak oyunları ve küçük edepsizlikler vs., temsil edilmenin önünde gitmektedirler, yoksa arkasından değil. Kitleler o "safça" olarak adlandırılan günlük yaşantıları içinde ("politikanın sonu" ile ilgili çözümlemelere aldırmadan) politikanın sonu konusunda çoktan bir karar vermişlerdir. Kullandıkları dilin dilbilimi aşması gibi bu kararla politikayı aşmışlardır.

 

Dikkat! Bir temsil etme diyalektiğiyle her türlü devrime karşı gelip, evrensele doğru gidişin içine girmeyen bu özel ve asosyal evreni, oyunu oynamayı yadsıyan bu kendi üstüne kapanışı, kimileri, tüm sıradanlığına karşın (özellikle cinsellik ve arzu adı altında), yeni bir devrimci enerji kaynağı olarak görüp, kendisine anlam vererek, tarihsel bir olumsuzluk gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Küçük ayrımlar, körü körüne uygulamalar, anonim marjinallikler ve mikro arzuların coşkusu. Anlamsızlığı canlandırarak anlam düzeyine yüceltebilmek ve politikanın hesabına geçirmek için girişilen entelektüel sıçramalar. Sıradanlık, tepkisizlik ve apolitik olmak bir zamanlar faşist kökenliydiler –bir anlam değişikliğine uğramadan ya da anlamlarını yitirmeden– şimdi de devrimci olmaya çalışıyorlar. Arzu politikasının ötesinde kalan sıradanlığın gerçekleştirdiği bir mikro devrim –yine bir "özgürlükçü" numarasıdır. Çünkü anlamın yadsınmasının bir anlamı olamaz.

 

(Jean Baudrillard, Sessiz Yığınların Gölgesinde – Toplumsalın Sonu, "Ne Özne Ne Nesne", çev.: Oğuz Adanır, Doğu Batı Yayınları, 2010, 4. Basım)

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.