Gayet akıcı ve feminist öğeler barındıran Colette, bazı başarılı erkeklerin arkasında kendini feda etmiş bir kadının olabileceğini çarpıcı bir şekilde aktarıyor. Herkesin, özellikle kadınların izlemesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum.
Kadının özgürlüğü, buna karşı çıkanların esareti değil midir? "Özgürlük" tanımı zihinlerde öyle bir yer edinmiş ki, "kadın özgür olsun" denildiğinde, bunu kısıtlamak isteyenler özgürlük adı altında sakladıklarıyla yüzleşiyorlar. Yüzyıllardır üstünde hâlâ mücadele edilen bu konu sürerken, ben soruyorum: Özgürlük nedir?
Kişi, kendini tatmin etmek uğruna yapılan şeyleri özgürlük diye nitelendiriyorsa ve buna dayanarak özgürlüğü diğerlerine kısıtlanması gereken bir şey gibi görüyorsa, kendini özgür olarak nasıl görebilir? Sen özgür olduğun müddetçe diğerinin özgürlüğüne saygı duyarsın. Saygı duyamıyorsan, egonun kölesi olduğun gerçeğini kabul etmelisin.
Jean J. Rousseau, şu sözü boşuna demiş olamaz değil mi: "Özgürlüğünden vazgeçen kimse, insanlıktan, hak ve görevlerinden vazgeçmiş demektir."
Gelelim filmin konusuna:
Yıl 1873. Fransa'nın bir taşra kasabasında doğmuş olan Colette (Sidonie Gabrielle Colette), annesi ve ordudan emekli babasıyla yaşamaktadır. Hayvanlar ve bitkilerle haşır neşir bir şekilde çocukluğunu geçiren Colette'nin, yazar ve müzik eleştirmeni olan Willy ile evlenip Paris'e yerleşmesiyle hayatı değişir. Kocası kurnazdır, para ve hırs uğruna 'her yol mubahtır' diyerek iş yürüten bir dolandırıcıdır.
Bir gün Colette'nin yazma yeteneğini keşfeden Willy, onu kitap yazması için teşvik eder. Yazmayı seven Colette de bu teklifi kabul eder ve kitabı kendi hikâyesini ele alarak tamamlar. Kocası sanki kendisi yazmış gibi ismini kullanarak kitabı yayımlatır. Kitap oldukça ilgi görür, tiyatrolarda konu edinilmeye başlar, kadınlar kitaptaki karaktere göre tarzlarını dahi değiştirirler. Okurlar kitabın devamını da isterler, lakin Colette yazmak istemez. Kocası Colette'yi odaya kilitleyerek yazması için mecbur eder ve sonra olaylar çok farklı boyutlara varacak şekilde yön değiştirir.
Daha sonra Colette, kadınlara karşı ilgisi olduğunu fark eder, bu durum aynı zamanda kocasının gözünden de kaçmaz. Willy, Colette'ye bu konuda özgürlük tanır; çünkü Colette'nin kurduğu ilişkilerden kitap için bir hikâye çıkacaktır. Ama düşündüğü gibi olmaz. İlk başlarda Colette'nin beraber olduğu kadınlar kitabında konu olarak yer alsa da, kitabının basımının kutlandığı gece tanıştığı Missy (Moulin Rouge) ile Colette, toplumsal cinsiyet noktasında bir farkındalık yaşamaya başlarlar. Kadınların elbise ve etek giyme mecburiyetinin olduğu o dönemlerde, cezası olmasına rağmen buna inat kıyafeti de dahil erkek tarzını benimseyen Missy'yle yaşadığı ilişki diğerlerine göre daha tutkulu bir hal alır, Colette'nin kocasının gölgesinden çıkarak hakkını araması konusunda onu bilinçlendirir. Bunun için Colette harekete geçer ama kocasının ihanetine uğrar.
Büyük bir hayal kırıklığından sonra Colette kocasından boşanır ve dans eğitimi almaya başlar. Missy ile sahnede gayet cüretkâr kıyafetlerle ve şov esnasında kısmi çıplak olarak yaptığı yakın temas gösterilerle 'kadın kadına ilişki'yi âdeta gözler önüne serer. Halkın tabiriyle yaşanılan bu skandaldan sonra insanların tepkisiyle karşılaşırlar, hatta oldukça zor anlar yaşarlar ama insanlar bir süre sonra bunu, kadınların da birbirlerine duygu besleyebileceklerini, lezbiyenlik ilişkisini kabul etmek zorunda kalır.
Colette, tüm yaşananlara rağmen kitap yazmayı sürdürür. Halk, kılık kıyafet ve cinsel tercihine yönelik önyargılarından vazgeçer. O dönemde Colette, âdeta bir devrim gerçekleştirir. Bir kabuğu kırmış ve bu kabuktan kadınların da sesinin duyulmasını, ön plana çıkmasını sağlamıştır.
Gayet akıcı ve feminist öğeler barındıran Colette, bazı başarılı erkeklerin arkasında kendini feda etmiş bir kadının olabileceğini çarpıcı bir şekilde aktarıyor. Keira Knightley'nin bir hayranı olarak performansını çok iyi bulduğumu da söylemeliyim.
Herkesin, özellikle kadınların izlemesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum.
Jasmin